ABD’de süren davayla ilgili konuşan ve her şeye rağmen Türkiye Cumhuriyeti devletinin saygın bir devlet olduğunu ve saygın kurumları bulunduğunu söyleyen CHP lideri Kılıçdaroğlu, “Rıza Sarraf’ı da izleyen bu devletin saygın kurumları var ve 18 Nisan 2013 tarihinde dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın önüne bir bilgi notu bırakılır. Bilgi notunun konusu Rıza Sarraf’tır. Milli İstihbarat Teşkilatının üç sayfalık bir bilgi notu bırakılır. Yapılan bütün sahtekarlıklar burada anlatılır ve son sayfayı okuyorum size: “İran’a yönelik ekonomik ambargoya rağmen, İranlı şahısların para transferini gerçekleştirmesi bağlamında R.Sarraf’ın yakın gelecekte ABD tarafından yasaklı kişiler listesine dahil edilebileceği, şahsın Türkiye’deki faaliyetleri nedeniyle Türkiye ABD ilişkilerinde sorun yaşanabileceği, Ebru Gündeş-Sarraf ile evliliği nedeniyle başta magazin medyası olmak üzere kamuoyunun dikkatlerini üzerine çeken R.Sarraf’ın Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan ve İçişleri Bakanı Muammer Güler ile mevcut ilişkisinin ortaya çıkması halinde sözkonusu hususların hükümet aleyhine kullanılabileceği değerlendirilmektedir” diyor. Kim söylüyor? Milli İstihbarat Teşkilatı söylüyor. Ne zaman söylüyor? 18 Nisan 2013’te söylüyor. Ne zaman bu tarih? 17 – 25 Aralık’tan 9 ay önce söylüyor. Şimdi ben Recep Tayyip Erdoğan’a 80 milyonun huzurunda söylüyorum bu sahtekarın yaptığı dolandırıcılık, bakanlarına verdiği rüşvet senin önüne devletin en hassas kurumu tarafından önüne konuldu. Sen ne yaptın? Sen bu dosyayı kapattın. Sen sahtekarlığı görmezden geldin.” dedi.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Grup Toplantısı konuşmasını, 5 Aralık Kadına Seçme ve Seçilme Hakkının Verilmesinin 83’üncü yıldönümü nedeniyle, CHP tarafından Ankara Arena Spor Salonu’nda düzenlenen “5 Aralık Eşitlik ve Adalet Kadın Buluşması”nda yaptı.
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun Grup Toplantısı konuşması şöyle:
Hakkı, hukuku ve adaleti kadınların gücüyle Türkiye’ye getireceğiz, en ufak bir endişem yok. Bugün kendimi sonsuz bir ovada binlerce çiçeğin arasında koşan 15 – 16 yaşında genç bir çocuk gibi hissediyorum. Sonsuz bir ova ve milyonlarca çiçek. Özgürlük kokan yemyeşil bir ova. Dolayısıyla bugün bizler cumhuriyet tarihinin en önemli toplantılarından birisini yapıyoruz. Bir daha söylüyorum, bugün burada cumhuriyet tarihimizin en önemli toplantılarından birisini yapıyoruz. Kadın hareketinin, kadınların gücünün sadece Türkiye’de değil bütün dünyada duyulmasını istiyoruz. Ve buradan Ankara’dan bütün dünyaya, bütün kadınlara sesleniyoruz, siyasette daha fazla olunuz, gücünüzü gösteriniz, gösteriniz ki, haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizliği yaratanlar kaçacak delik bulamasınlar.
Efendim bugün önceki Genel Başkanımız Deniz Baykal’ı Almanya’ya yolcu ettik. Bütün dualarımız Deniz Baykal’la. İnşallah kısa sürede sağlığına kavuşur ve o da bizim aramızda yerini alır. Gönlü burada, o çünkü yıllarını cumhuriyet için verdi, cumhuriyet için mücadele etti, demokrasi için mücadele etti, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ilkeleri için mücadele etti. O nedenle Deniz Bey’e şifalar diliyoruz ve kısa süre içinde sağlığına kavuşup Türkiye’ye dönmesini ve aramızda bulunmasını arzu ediyoruz.
İkinci önemli nokta Kudüs, 68 kuşağından çok sayıda gencimiz bugün Filistin topraklarında yatmaktadır, Filistin’in özgürlüğü ve bağımsızlığı için gittiler. Filistin bizim için önemlidir, Filistinlilerin hakları, özgürlükleri ve devlet kurmaları bizim için önemlidir. Filistin’e, Filistinlilere bu salondan yüzbinlerce kadının selamını, saygısını gönderiyoruz. Sizin devlet talebinizi, demokrasi talebinizi destekliyoruz. Kudüs Ortadoğu’nun kilit taşıdır. Kudüs üzerinde kimse oyun oynamasın. Eğer Kudüs’le ilgili yanlış bir karar alırlarsa Ortadoğu’da yeniden kanın, gözyaşının nedeni olurlar. Hiç kimse Kudüs üzerinde oynamasın. İsrail’le Filistin’in bir araya gelip görüşerek devletlerini kurmalarını, Filistin’i tanımalarını elbette ki istiyoruz. Filistinli kardeşlerimizi destekliyoruz. Hiç kimse onlara olan desteğimizi engelleyemez.
Efendim bugün 5 Aralık, Kadına Seçme Ve Seçilme Hakkının Verildiği 83’üncü yıl. 1934’te bu hakkı Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları parlamentodan çıkardıkları bir yasayla tanıdılar. Ama ben size başka bir örnek de vereyim. 1934’te Türkiye’de kadınlar seçme ve seçilme hakkına sahip olurken, Fransa bu hakkı 10 yıl sonra 1944’te verdi. İtalya 1946’da verdi, Arjantin, Meksika 1946’da, Japonya 1945’te verdi, Çin 1947’de verdi, Yunanistan 1952 yılında verdi, Belçika 1960 yılında verdi. İsviçre kadına seçme ve seçilme hakkını 1971 yılında, Gazi Mustafa Kemal’in size hakkı verdiği 1934’ten 37 yıl sonra, İsviçre kendi kadınlarına verdi bu hakkı. Bu Mustafa Kemal Atatürk’ün ne kadar sağduyulu düşündüğünü, kadın – erkek eşitliğine ne kadar önem verdiğini gösteren en temel kurallardan birisidir. Çünkü Gazi Mustafa Kemal Atatürk şunu çok iyi biliyordu ve yaşamının ayrılmaz bir parçasıydı. Erkekler cephede savaşırken, onlara silah desteğini omuzunda top mermisiyle götüren bu ülkenin yılmaz kadınlarıydı. O kadınlara şükran borçluydu ve o kadınlar da parlamentoda kendilerini temsil etmeliydiler ve Mustafa Kemal Atatürk 1934 yılında bunu verdi.
Yeter mi? Hayır yetmez. Cinsiyet kotasını en sağlıklı ve en tutarlı bir şekilde getiren Cumhuriyet Halk Partisidir.Genel Başkanlığımdan sonra ilk kurultayda yüzde 33 cinsiyet kotası getirdik. Avrupa’daki en yüksek cinsiyet kotasıdır. Aynı zamanda yüzde 10 gençlik kotası getirdik. Yeter mi? Hayır. Bu bizim iç işimiz, ama bunun parlamentoda Siyasi Partiler Yasasına da girmesi lazım. Parlamentoda Siyasi Partiler Yasasının da en az yüzde 33 oranında cinsiyet kotasını kabul etmesi lazım.
Şimdi ben bütün kadınların önünde söz veriyorum. Önümüzdeki günlerde, Grup Başkanvekillerine talimatım, yüzde 33 cinsiyet kotasını içeren Siyasi Partiler Yasası Değişikliğini Türkiye Büyük Millet Meclisine sununuz. Ve bu yasa teklifini Genel Kurula süresi dolduğunda indireceğiz. Sizden isteğim, bütün kadınlardan, siyasi görüşü ne olursa olsun bütün kadınlardan isteğim, biz bunu Genel Kurula indirdiğimizde kadınlara haber vereceğiz, kim yüzde 33 cinsiyet kotasına evet diyor, kim kadınların siyasette daha az yer almalarını istiyor orada göreceğiz, hep birlikte göreceğiz. Sizler de izleyin, bizler de takipçisi olacağız.
Ve bir şey daha, mademki kadınlar hak istiyorlar, mademki kadınlar eşitlik istiyorlar, mademki kadınlar çalışmak istiyorlar, mademki kadınlar üretmek istiyorlar, mademki kadınlar siyaset istiyorlar bütün bunların tamamını sağlayan bir parti var. O partinin adı Cumhuriyet Halk Partisidir, gelin Cumhuriyet Halk Partisine.
Sizin yaşam tarzınızı asla sorgulamadık, sorgulamayacağız. Kılık kıyafetinizi sorgulamadık, sorgulamayacağız. Görüşünüz ne olursa olsun, kimliğiniz ne olursa olsun, inancınız ne olursa olsun size her türlü hakkı verecek olan Cumhuriyet Halk Partisidir ve bütün kadınları CHP’nin çatısı altına bekliyorum.
Kırsalda kadın 12 saat çalışır. Bir daha söylüyorum, kırsalda kadın 12 saat çalışır. Dağda çalışır, tarlada çalışır, ovada çalışır, bayırda çalışır, sırtında yük taşır, ama bu kadın kente geldiğinde çalışmayacaksın, evde oturacaksın. Niçin? Öyle isteniyor. Biz sizin daha görünür olmanızı istiyoruz, biz sizin çalışmada önünüzdeki engellerin tümüyle kaldırılmasını istiyoruz. Biz erkek nasıl çalışıyor, üretiyorsa kadın da aynı haklarla çalışsın ve üretsin istiyoruz.
Ve değerli kadın kardeşlerim, hayatın acısını en derinden yaşayan bu ülkenin kadınlarıdır. Özellikle ekonomik darboğazın en büyük acısını kadınlar çeker. Açlıktan bebeği ölen anneler, soğuktan bebeğini kaybeden anneler. Geçen hafta değinmiştim ama bir kez daha değineceğim. Konya Ereğli’de 40 günlük Ayaz bebek hayatını kaybetti. Annesi sabah kalktı, çocuğunu emzirmek istedi, baktı çocuk hayatını kaybetmiş. Tek odalı bir damda kalıyordu, kerpiç bir evde kalıyordu, camları kırıktı ve kıştı ve dolayısıyla çocuk hayatını kaybetmişti. Bu annenin dramını Man Adasında şirket kuranlar anlayamazlar, ama bu kadının dramını en iyi anneler anlar. Samsun’da Kübra bebek 2,5 aylıktı, açlıktan öldü. Van Gürpınar’da 16 kilometre sırtında çuval içinde çocuğunu taşıyan, küçük Muharrem’i taşıyan babanın acısını asla unutmadık.
Size daha dramatik bir olayı aktarmak isterim değerli arkadaşlarım, değerli kardeşlerim, Emine Akçay’ın hikayesi… 15 Mart 2012, Emine Akçay Adana’da Seyhan’da oturmaktadır. Yoksuldur, çocukları vardır, raporda şöyle geçer, polis ekibinin yaptığı araştırmaya göre: “Emine Akçay olaydan 4 saat önce cebindeki son 6 lirayı alıp yakındaki oduncuya gitti ve yakacak almak istedi. Oduncu “bacım bu paraya odun olur mu” deyip Emine Akçay’ın ısrarı üzerine 10 kilo odunu çuvala doldurup parasını almadan gönderdi. Sırtladığı çuvalla eve gelen Emine Akçay aldığı odunlar yağmur nedeniyle ıslak olduğu için sobayı yakamadı. Sobanın yanında eski kamyon lastiğini de parçalayıp yakmaya çalıştı ancak beceremedi. Emine Akçay çocuklarının üşüdüğünü görünce saç kurutma makinasını çalıştırıp oğlu İsa’nın eline tutturdu, daha sonra diğer odaya geçip tavandaki salıncak demirine ipi bağlayarak kendisini astı.”
Değerli kadın kardeşlerim, bu söylediğim ortaçağda olan bir olay değil. Bu söylediğim 21.yüzyılın Türkiye’sinde, bu söylediğim hak, hukuk ve adalet arayan milyonların çığlığıdır aslında. Bu söylediğim Emine Akçay’ın dramıdır. Bu söylediğim bütün kadınların ortak dramıdır. Bu söylediğim Man Adasında şirket kuranların dramı değil, bu söylediğim Türkiye’de aç ve açıkta kalan milyonlarca kadının dramıdır.
Şimdi ben hepinize sesleniyorum hepinize. Bu ülkenin bütün kadınlarına sesleniyorum, bu düzene evet diyorsanız ben buna isyan ediyorum, bu düzene isyan ediyorum. Emine Akçay’ları yaratan düzene isyan ediyorum. Çünkü ben Bülent Ecevit’in felsefesinden geliyorum, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün felsefesinden geliyorum. Çünkü ben, “Ne ezen ne ezilen, insanca hakça bir düzen” diyorum. İnsanca ve hakça bir düzen istiyorum. İnsanca ve hakça bir düzen, kimsenin mağdur olmadığı bir düzen, herkesin özgürce dolaşabildiği bir düzen, herkesin can ve mal güvenliğinin olduğu bir düzen. Siz sadece kendinizi ve yandaşlarınızı düşünürseniz bu düzen insanca ve hakça bir düzen değildir. Bu düzene karşı hep birlikte mücadele edeceğiz ve mücadelenin kahramanları bu ülkenin kadınları olacaktır.
Benim söylediğim bu kadınlar, bütün kadınlar musluğu açarken 5 çeşit vergi ödüyorsunuz. Ekmek alırken vergi ödüyorsunuz, çocuğunuza gofret alırken vergi ödüyorsunuz, sakız alırken vergi ödüyorsunuz, ne alırsanız vergi ödüyorsunuz. Ama birileri vergi ödememek için her türlü tezgahı kuruyor. Az önce söyledim, Emine Akçay odun almak için vergi öder, Man Adasında şirket kuranlar vergi ödememek için, vergi kaçırmak için, vergiden kaçınmak için her türlü sahtekarlığı yaparlar. Ben bunun hesabını sormayacak mıyım? Durumu iyi olan, köşeyi dönen pırlanta alır vergi yoktur, yakut alır vergi yoktur, elmas alır vergi yoktur. Ama bir de 12 saat direksiyon sallayan kamyon şoförünü düşünün 12 saat, dünyanın en ağır vergisini ödüyor. Kamyon şoförü, tır şoförü ve traktör kullanan bütün çiftçi kardeşlerime söylüyorum, dünyanın en pahalı mazotunu sana satıyorlar. Bir daha söylüyorum, dünyanın en pahalı mazotunu sana satıyorlar. Her türlü vergiyi senin sırtından alıyorlar. Ama bu beyler vergi ödememek için her türlü numarayı çekiyorlar. Neymiş millilermiş, yerlilermiş! Kendi ülkende vergi ödememek için vergi cennetlerinde şirket kurarsan sen ne millisin, ne de yerlisin kardeşim! Sen ancak olsa olsa gayri millisin! Çiftçi mazota vergi öder, kamyon şoförü öder, tır şoförü öder ama ben size söyleyeyim elinde viski kadehi, ayağında en pahalı şort, altında yatı bütün limanları gezer, o da mazot alır, 1 kuruş vergi ödemez 1 kuruş.
Şimdi ben bu ülkenin bütün kamyon şoförlerine, tır şoförlerine, traktör kullanan bütün çiftçilere sesleniyorum. Kardeşim, sen bunun hesabını soracaksın. Ne zaman? 2019’da soracaksın. 2019’da kadın hareketiyle biz bunları sandığa gömeceğiz.
Bir şey daha, ayda 1 404 lira alan bir asgari ücretliyi düşünün, gelir vergisi öder, KDV öder, damga vergisi öder, ÖTV öder ama bu Man’cılar hiçbir şey ödememek için giderler yurtdışında tezgah kurarlar. Bir de diyorlar ki, efendim bunlara karışmayın, bunlara dokunmayın. Hepsine dokunacağım, hepsini gece uyutmayacağım, bu milletin vicdanını ayağa kaldıracağım.
Soruma hala cevap almış değilim. 1 sterlinlik şirkete 15 milyon dolarlık para niçin gelir, neden gider bu paralar? Hala cevabı yok ve bekliyoruz cevabını.
Efendim diyorlar ki, “biz adil vergileme getirdik.” Ne adil vergilemesi, vergilemede adalet yok. Herkes bunu çok iyi biliyor. Sen vergi kaçırmak için her türlü dümeni çevireceksin döneceksin fakir fukaranın kefen bezinden dahi vergi alacaksın ve dönüp diyeceksin ki “Kılıçdaroğlu bunları niye konuşuyorsun?” Konuşacağım, konuşacağım, konuşacağım. Bu ülkede vicdanları ayağa kaldırıncaya kadar konuşacağım.
Efendim hala “belgeler sahtedir” diyorlar. Kendilerine cevabım çok basit. Kardeşim madem sahteydi, e mecliste komisyon kuralım, komisyonda çoğunluk sende, mecliste de çoğunluk sende, gelmiyorsun, komisyon kurmuyorsun, sahte olmadığını sen de biliyorsun. Çünkü sen istiyorsun ki “benim sahtekarlıklarım mecliste ortaya çıkmasın, kimse yazılı hale getirmesin.” Benim sözüm söz bunu sonuna kadar takip edeceğim sözüm söz.Efendim “bu bir şirket ticaretiymiş…” Bu hangi şirket? Cevap yok. Bu şirketin karı ne? Cevap yok. Bu şirketlerin ortakları kim? Cevap yok. Bu transferler niye yapıldı? Cevap yok. 1 sterlinlik bir şirket 15 milyon dolarlık ticareti niçin yapıyor? Cevap yok. Bellway denen şirketin sermayesine cevap yok. Sıtkı Ayan kimdir? Cevap yok. Kazım Öztaş kimdir? Cevap yok.
Ben şimdi soruyorum Sevgili Erdoğan, gözlerinden öpüyorum senin, sen bilmiyorsan ben sana söyleyeyim oğluna sor, damadına sor, dünürüne sor onlar bilirler. Ben gayet iyi biliyorum bütün bunları, hepsini biliyorum ben bunların.
Şimdi değerli arkadaşlarım, bir soru soruyorum, Sevgili Erdoğan doktoru yanına al. Enişten Ziya İlgen’in Man Adasında şirketi var mı? Enişte, Man Adasında niye şirket kursun? Bunları bileceğiz. Bunları bileceğiz ve bunları soracağız ve bu şirketin sermayesi nedir.
Şimdi aklı evvel bir tane de AK Parti milletvekili var aklı evvel. Geçen şöyle bir açıklama yapmış, “CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun evi aranmalı ve belgelere el konulmalıdır.” Korkudan… Sanıyorlar ki, benim evimde onların yaptığı sahtekarlık var, ben onları yapıyormuşum gibi. Ben Sayın Külünk’ü hanımefendiyle beraber evime davet ediyorum, buyursun gelsin. Biliyorum benim evim onun evi kadar zengin değil mütevazi bir ev, belki onun koltukları kadar zengin bir koltuğumuzda yok, evimiz mütevazi bir ev, gelsin eşiyle beraber, arzu ederse bütün evimi gezdirebilirim kendisine, istediği kitabı alır. Çünkü çok sayıda kitap var, belki hoşlanmaz ama kitapları da gösteririm. Ama bir şeyden emin olmasını isterim. Vallahi de, billahi de benim evimde ayakkabı kutusu yok.
Bu vesileyle AK Partili kardeşlerime seslenmek isterim, daha belgeyi görmeden sahte ilan ettiler, daha belgeyi görmeden. Ya bir görün kardeşim. Bir de o Cumhurbaşkanlığı koltuğunu işgal eden zatın avukatı da aynı, “sahtedir…” Ya daha konuşmaya başlamadık, ya bir konuşalım önce, bir belgeyi eline al bakalım sahte midir, değil midir? Sahtekarlığı siz çok iyi bilirsiniz. Sahtekarlığın ne olduğunu da siz çok iyi bilirsiniz. Ben bunu gayet iyi biliyorum. Sahtekarlar sizin elinize su dökemez. Her türlü dümen var sizde, her türlü numara var sizde, her türlü üçkağıt var sizde. Vergi ödememek için bir daha söylüyorum, bu memlekette vergi ödememek için her türlü sahtekarlığı yapıyorsunuz, her türlü numarayı çekiyorsunuz. Ben bunları bilmez miyim, ya ben eski maliyeciyim, eski hesap uzmanıyım, malı götüreni senden çok daha iyi bilirim, senin hırsızlığını ben çok daha iyi ortaya çıkarırım sen hiç merak etme.
AK Partili kardeşlerime seslenmek isterim. Sevgili kardeşlerim, ben senin oyuna her zaman saygı gösterdim, senin vatanseverliğine her zaman saygı gösterdim, sen vatanseversin benim gibi, sen saygın bir insansın, sana saygı gösteririm, siyasal düşüncene de saygı gösteririm, inancına da, kimliğine de saygı gösteririm. Ama elini vicdanına koy ve şu sorumu bir düşün: Senin 2002’de oy verdiğin Recep Tayyip Erdoğan 2017’deki Recep Tayyip Erdoğan mıdır? Bir daha söylüyorum, 2002’de oy verdiğin Recep Tayyip Erdoğan 2017’deki Recep Tayyip Erdoğan mıdır? İstanbul’dan geldi Keçiören’de mütevazi bir apartman dairesinde kaldı. Tasarruf yapıyorum diye milletvekili lojmanlarını sattı, ben de bu millet gibi yaşayacağım dedi. 2017’deki Recep Tayyip Erdoğan nedir? Kibrine teslim olan, milleti tepeden gören, ağzına gelen her şeyi söyleyen, servet içinde yüzen ve servetinin hesabını milletin önüne koyamayan bir Recep Tayyip Erdoğan var.
Sevgili AK Partili kardeşim, bu gerçekleri vicdanında sorgula. Ben sana saygı gösteriyorum, ama senin düşünme ve siyaseti sorgulama zamanın geldi artık. Birlikte düşünme, birlikte siyaseti sorgulamalıyız. Siyasette ahlak olmazsa olmaz, adalet olmazsa bir ülkede olmaz, milyonlarca mağdur yaratılırsa bu olmaz. Devlet adaletle yönetilir, devlet bilgiyle yönetilir, devlet tecrübeyle yönetilir, devlet kinle yönetilmez, öfkeyle yönetilmez, yalanla, dolanla yönetilmez. Devleti yönetecek kişiler, önce saygın kişiler olmak zorundadır, halka hesap vermek zorundadır. Halka hesap veren değil halka hesap soranların adı dünyada diktatördür. Bunu bilmemiz gerekiyor artık.
Şimdi de kafayı işadamlarına taktılar. Açıklama yapıyor, “buradan sesleniyorum” diyor, “önce kabinemize sesleniyorum” diyor. Yani Binali Yıldırım hükümetine talimat veriyor. “Bunların hiçbirine” yani işverenlere, “bunların hiçbirine çıkış izni asla vermemelisiniz.” Yani yurtdışına işadamlarını çıkarmamalısınız. “Çünkü bu adamlar ihaneti vataniyedir” yani bunlar vatan hainidir diyor. “Bu ülkede kazanıp bu kazançları yurtdışına kaçırmak isteyenlere biz iyi gözle bakmayız…” E biz de onun için sana iyi gözle bakmıyoruz. İşadamına diyorsun “niye dışarı gidiyorsun?” E dönüp kendi akrabana sorsana ya bu Man adasında sizin ne işiniz var diye sorsana!Sormuyorsun. İşadamına diyorsun ki, bak ben sana göstereceğim, senin yurtdışına çıkışını yasaklayacağım. Hani eskiden bunlar Türkiye’ye geliyordu, şimdi Türkiye’den kaçıyorlar. Niçin kaçıyorlar hiç düşündün mü Sevgili Erdoğan, hiç düşündün mü? Çünkü hiçbirisinin can ve mal güvenliği yok, hiçbirisinin, hiçbirimizin can ve mal güvenliği yok. Tek adam rejiminin Türkiye’yi getirdiği nokta işte budur.
Bunun için ben Sayın Erdoğan’a tavsiyede bulunayım. Sen yabancı sermayenin Türkiye’ye gelmesini istiyorsan, Türkiye’den işadamlarının kaçmasını istemiyorsan;
Bir, bütün milletvekillerini serbest bırakacaksın, hapiste milletvekili olmaz.
İki, gazetecileri serbest bırakacaksın, hapiste gazeteci olmaz.
Üç, medya özgürlüğünü sağlayacaksın, gazeteciler özgürce yazacak.
Dört, yargı bağımsızlığını sağlayacaksın, hakimlerden, mahkemelerden elini çekeceksin.
Beş, üniversiteleri susturmayacaksın, üniversiteler rahatlıkla konuşacak.
Altı, görevine son verdiğin bütün akademisyenleri, bütün hocaları yeniden üniversiteye getireceksin.
Yedi, Semih’i ve Nuriye’yi derhal görevlerine başlatacaksın.
Eğer sen hukukun üstünlüğünü sağlamazsan ne dersen de dikiş tutmaz. Ben sana bu ülkeyi seven, bu ülke için mücadele eden sade bir yurttaş olarak sesleniyorum. Ülkeni seviyorsan bunları yapacaksın.
Şimdi şunu da düşünsün Sayın Erdoğan, ya bu ülkede huzur bırakmadın kardeşim, huzur bırakmadın! Konuşuyorsun 80 milyon geriliyor, 80 milyon! Bir de otur makul bir konuşma yap, makul konuşmayı bıraktı. Gerilimden ne çıktı, kavgadan ne çıktı, huzursuzluktan ne çıktı? Soru sorduğun zaman kıyameti koparıyor. Sanıyor ki, ben bağırdıkça onlar susacak. Sen istediğin kadar bağır, asla ve asla bizi susturamazsın! Devlet hukukun üstünlüğü içinde yönetilir, adaletle yönetilir. Şantajla, tehditle devlet yönetilmez.
Ekonominin geldiği hale bakın. Sayın Erdoğan’a söyleyeyim, ister sen git, ister başkaları, git bir bak bakalım mobilyanın başkenti İnegöl’e git bir bakalım. İnegöl’de yaprak kıpırdamıyor, niçin? Ankara’da Siteler’e git bakayım yapmak kıpırdamıyor. Ostim’e git bakalım yaprak kımıldamıyor. Sorumlusu kim? Diyecek ki, “bunun sorumlusu Ce Ha Pe dir. ” Öyle ya onlar ülkeyi yönetmiyor, ülkeyi Ce Ha Pe yönetiyor. Sevgili Erdoğan, ülkeyi sen yönetiyorsun farkında mısın? Nasıl bir Türkiye yarattığının farkında mısın? Suçu kime atacağını bilmiyorsun. Sen bu ülkede perişan ettin ekonomiyi, perişan ettin. İnsanları perişan ettin. Sor bakayım çiftçinin halini, nedir durum diye.
Yine bir şey daha sorayım. Fakir ailelerin kullandığı tüp gaz var. Allah aşkına ya tüp gazın fiyatını sen biliyor musun? Beyefendi sarayda tüp gazı unuttu. Eskiden vardı diyor tüp gaz. Allah bilir diyor ki şimdi memlekette tüp gaz yok ki sen bundan konuşuyorsun. Tüp gazın fiyatı 100 liraya yaklaştı kardeşim 100 liraya. Sen bunu biliyor musun, ne olduğunu biliyor musun? Son bir yılda kuru fasulyeye yüzde 21 zam geldi, tereyağına yüzde 38, nohuda yüzde 30, pirince yüzde 20, limona yüzde 26, patatese yüzde 49, soğana yüzde 20, yumurtaya yüzde 20… Süt yüzde 14 zamlandı. Peki ücret artışları ne oldu? Yüzde 7.9. Her şeye zam, fatura ücretliye çıktı, fatura çiftçiye çıktı. Bir daha söyleyeyim, kimse ona söyleyemez en iyisi ben söyleyeyim. Millet ne diyor Tayyip için biliyor musun? “Faizci Tayyip” diyorlar. Evet faizci Tayyip. Niçin? En çok parayı fakir fukaradan topladığı vergilerle en çok parayı faizcilere ödedi, tefecilere ödedi. Örnek, 15 yılda yurtdışında sadece yurtdışındaki bir gruba ödediği faiz 145 milyar dolar. İçerde ödediği faiz 620 milyar lira, 620 katrilyon lira. “Efendim biz IMF’den borç almadık.” Doğrudur, ama gittin tefeciden aldın kardeşim! Bu kadar faizi kime ödedin sen? Çiftçiye mi ödedin, emekliye mi ödedin, memura mı ödedin, taşeron işçisine mi ödedin, esnafa mı ödedin, sanayiciye mi ödedin? Tefeciye ödedin kardeşim, tefeciye! Dolayısıyla enflasyonu da kontrol edemiyor.
Efendim bunlardan gene keyifli bir adam daha var, adı Bekir Bozdağ. Diyor ki, “Karanlık güçler, baronlar benim istifamı istiyorlarmış, Kılıçdaroğlu’nun istifasını istiyorlarmış.” Hükümetin sözcüsü de benim istifamı istiyor. Ben sizi zaten çok iyi biliyorum. Baronlar, karanlık güçler ve siz kol kola vermişsiniz Kılıçdaroğlu’nu nasıl yok edebiliriz projesi hazırlıyorsunuz. İstediğiniz projeyi hazırlayın, istediğinizi yapın Kılıçdaroğlu kaya gibi bu milletin hakkını, hukukunu ve adaletini savunacak.
Efendim bir şey daha, Suriyelileri de sormuştum. Türkiye’de değişik yerlerde dedi ki “Suriyelilere 30 milyar dolar para harcadık.” E iyi, gitti Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda da bütün dünyanın önünde dedi ki “Suriyelilere 30 milyar dolar para harcadık.” İyi peki kardeşim. Ben de çıktım sordum “Ya bu Suriyelilerin büyük bir kısmı sefalet içinde yaşıyor, çocukları dilencilik yapıyor, kadınlar çöpleri karıştırıyor. Bu 30 milyar doları nerede harcadın, kimin için harcadın, ne zaman harcadın?” Recep Akdağ kalktı cevap verdi, efendim diyor “yol yaptık, yoldan Suriyeliler geçmiyor mu?” Allah akıl fikir versin. Demek ki eskiden hiç yol yoktu, bunlar Suriyeliler gelince yol yapmaya başladı. Ya bari aklı başında bir adam çıkarın, doğru dürüst cevap versin. “Yol yaptık, Suriyeliler geçti, 30 milyar doları buraya harcadık.” Vallahi de billahi de buraya harcamadın!
Peki, abileri konuştu Sayın Erdoğan. Efendim diyor “Suriyeliler için AFAD eliyle 2.3 milyar dolar harcadık. Belediye olarak 6 milyar dolar harcadık, sivil toplum vasıtasıyla 1.2 milyar dolar harcadık. Asıl büyük yardımı milletimiz yapıyor” diyor. Şimdi topladım hepsi 9,5 milyar dolar ediyor. E 30 milyar dolar? Çıkardık 9,5 milyarı 30 milyar dolardan, 20 milyar dolar 500 milyon dolar ortada yok. E nerede bu para? “Efendim milletimiz bu parayı harcadı…” İçinizde 20 milyar dolar para harcayan milleti duydunuz mu hiç? Nerede bu para? Hala soruyorum Sevgili Erdoğan, gözlerinden öpüyorum senin bu 20 milyar doları nerede harcadın, kim için harcadın? Bana bunun cevabını ver bakalım.
Efendim bu 30 milyar dolarla bütün Suriyelilere ev yapılırdı bütün Suriyelilere prefabrik ev yapılırdı, üstelik 25 milyar dolar da artardı. 25 milyar dolara da bir Avrasya Tüneli, bir Marmaray, üçüncü havalimanı, iki yeni Halkbank açardık, Mars’a da insansız uzay aracı gönderirdik. Evet bu kadar büyük bir para. Biliyorum bunlar zor ama her hâlükârda biz bunların hesabını soracağız. Kim için? Fakir fukara için. Kim için? Hak, hukuk, adalet için soracağız.
Efendim gelelim Rıza Sarraf’a, hayırsever işadamı Rıza Sarraf’a gelelim. Dün hayırsever bir işadamıydı, devletin protokolünde yer alıyordu. Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakanlar Rıza Sarraf, arkadan müsteşarlar, genel müdürler arka sırada, Rıza Sarraf en önde oturuyor, devletin protokolünde oturuyor. Havuz medyası, buradan onlara da seslenmek istiyorum. Bu Rıza Sarraf’ı televizyona çıkardılar, arkasına Türk bayrağını koydular, yani Türk bayrağını fon olarak kullandılar. Bir sahtekarın arkasına Türk bayrağını fon olarak kullanan havuz medyasını kınıyorum, şiddetle kınıyorum. A Haberi de kınıyorum, A Televizyonunu da kınıyorum. Bu sahtekarı, şu şarlatanı hiç utanmadan televizyona çıkaracaksınız, hiç utanmadan arkasına Türk bayrağı koyacaksınız, hiç utanmadan bir de tweet atıyorlar “Rıza Sarraf’a şeref madalyası takmalıydık.” Buyur tak bakalım şeref madalyasını nereye takacaksın? Ama ben senin boynuna neyi takacağımı çok iyi biliyorum. Sen vatan hainisin. Bir sahtekara, bir kendini bilmeze, bir şarlatana, bir rüşvetçiye Türk bayrağını fon olarak kullandırtamazsın. Kullandırtan adam vatan hainidir. Açık ve net söylüyorum vatan hainidir!
Bununla yetinmediler, televizyona çıkardılar yetinmediler. Bir rüşvetçiyi, bir sahtekarı, bir şarlatanı oturdular bakanlar getirdiler, önünde diz çöktü bakanlar, plaketler verdiler “Efendim dış ticarete büyük katkılar yapıyormuş” diye. İtiraz edildi, rüşvet çarkı çıktı ortaya, mecliste soruşturma komisyonu kuruldu ve çıkıldı soruşturma komisyonunun AK Partili milletvekilleri rüşvet alan bakanları akladılar. Bir daha söylüyorum, rüşvet alan bakanları akladılar. Rüşvet alan bakanların Yüce Divana gitmesini engellediler. Kimdi bu milletvekilleri okuyayım. Hakkı Köylü, Kastamonu Milletvekili, AK Parti. Kastamonululara sesleniyorum, sahtekarı aklayan bir kişidir Hakkı Köylü. Yılmaz Tunç, Bartın Milletvekili. Hem sahtekarı, hem rüşvet alanları aklayan birisidir. Kemal Şerbetçioğlu, Bursa Milletvekili. Hem sahtekarı şimdi Amerika’da yargılanan, hem de rüşvet alan bakanları aklayan birisidir. İlknur İncegöz, Aksaray Milletvekili. Hem sahtekarı, şarlatanı, hem de rüşvet alan bakanları aklayandır. İsmet Su, Bursa Milletvekili; Bilal Uçar, Denizli Milletvekili; Mustafa Akış, Konya Milletvekili; Yusuf Başer, Yozgat Milletvekili; Ayşe Türkmenoğlu, Konya Milletvekili. Ben bunlara, “Siz Rıza Sarraf’ın önüne yattınız” demiştim kıyamet kopmuştu. Şimdi yattığınızı daha iyi görüyorsunuz değil mi, sahtekarı daha iyi görüyorsunuz değil mi? Benim haklı çıktığımı daha iyi görüyorsunuz değil mi!
Ve Rıza Sarraf’ı serbest bıraktılar, yurtdışına çıkış yasağını da kaldırdılar. İbrahim Kaboğlu gibi dünya çapında bir bilim adamını yurtdışına çıkarmazsın, Rıza Sarraf gibi sahtekarı, şarlatanı el üstünde tutar ve yurtdışına gönderirsin. Ya bu nasıl devlet anlayışıdır, bu nasıl vatan sevgisidir, bu nasıl bayrak sevgisidir, bu nasıl Rıza Sarraf sevgisidir? Bunu anlayalım. Amerika’da gözaltına alındı, bizimkilerde bir telaş, en çok da gözünden öptüğüm adam telaşlanıyor, en çok da o telaşlanıyor. Amerika’ya gitti ya şu Sarraf’ı bize verin. E vermiyor adam. Başbakan gitti Sarraf’ı verin vallahi ne isterseniz yaparız. Adam vermiyor. Adalet Bakanı gitti yalvar yakar vermiyor. Dışişleri Bakanı gitti yalvar yakar ya verin vermiyor. Heyetler gönderdi ya verin Rıza Sarraf çok değerli bir adamdır, bizim vatandaşımızdır verin. Vermiyor adam. Şu Amerikalıların da yaptığı zulüm, böyle bir şey olur mu vereceksin kardeşim. Vermiyorum diyor, vermiyorum. Sonra şeref madalyası takılacak kişiyi Amerika hapse attı. Türkiye’de şeref madalyası takacaktık Amerikalılar hapse attılar. Nota verdik iki sefer. Şimdi AK Partili kardeşlerimin vicdanına sesleniyorum, bir sahtekar için, bir şarlatan için, bir rüşvetçi için iki kez nota veren hükümet Amerika’ya iki kez nota veren hükümet Kuzey Irak’ta askerlerin başına çuval geçirdiğinde bir nota bile vermedi. Senin vicdanına sesleniyorum, senin ahlakına sesleniyorum sevgili AK Partili kardeşim senin vicdanına ve ahlakına sesleniyorum. Korku neydi biliyor musunuz? Ya Rıza Sarraf konuşursa korku oydu. Adam sonunda bülbül kesildi konuşmaya başladı.
Şimdi bakın değerli arkadaşlar, Rıza Sarraf sahtekardır, ama devletin sırlarını da parayla alan birisidir. Devletin sırlarını parayla alan birisidir. Bakanları elde eden birisidir, bakanlara rüşvet veren birisidir, bakanları önünde diz çöktüren birisidir.
11 Ekim 2013, Rıza Sarraf’la dönemin İçişleri Bakanı Muammer Güler telefonda konuşurlar. Rıza Sarraf “MİT beni takip ediyor, Emniyet İstihbarat beni takip ediyor bu doğru mu, bu takibi durdursunlar” diye telefon ediyor.Güler’in cevabını aynen okuyorum, AK Partili kardeşlerim de iyi dinlesinler. Şöyle söylüyor, İçişleri Bakanı koltuğunda oturan adam Rıza Sarraf’a şunu söylüyor, “Abicim sen hiç o konuda rahat ol, sen rahat ol. Vallahi böyle bir şey varsa senin önüne ben yatarım ya, senin İçişleri Bakanlığında bir şeyin yok, MİT’te bir şeyin yok, Maliye’de bir şeyin yok. Yani bir şeyin olursa ben senin önüne yatarım” diyor. Kim söylüyor? Türkiye Cumhuriyetinin İçişleri Bakanı söylüyor. Nedir İçişleri Bakanının özelliği? Emniyet, istihbarat buna bağlı. Ki, emniyet istihbaratta vatansever polislerimiz çalışıyor, ülkenin bekası için çalışıyorlar, bu ülke için çalışıyorlar ama bu beyefendi bakanı elde etmiş. Neyle? Parayla. Bakana diz çöktürmüş. Neyle? Parayla. Devletin sırlarını öğreniyor. Neyle? Parayla.
Sarraf’ın rüşvet dağıttığı kişilerden birisi de dönemin Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan. Buna da Erdoğan sahip çıktı. Bakın ne diyor Erdoğan, bu Genel Müdür için ne diyor? Ayakkabı kutusunu evde tutup içine dolarlar koyan Aslan için Erdoğan ne diyor? “Banka Genel Müdürünün dürüstlüğünden en ufak şüphem yoktur.” Adam hırsız, ayakkabı kutusunda paralar çıkmış, sormuyor ya arkadaş bir banka Genel Müdürü kendi bankası dururken parasını kendi bankasına yatırması gerekirken, evde ayakkabı kutularının içine dolarları niye istiflesin, bunu sormuyor. Diyor ki, “banka Genel Müdürünün dürüstlüğünden en ufak şüphem yoktur, olsa olsa saflığının kurbanı olmuştur. Olayı farklı yerlere çekme gayreti var” diyor. Hiç kimsenin bir yere falan çektiği yok, bir şarlatan, bir sahtekar bankanın Genel Müdürüne açıkça rüşvet verdi.
Fakat bu yetmiyor, bir şey daha var o da çok önemli. Bu hükümetin tuttuğu avukat New York’ta mahkemede bankanın Genel Müdür Yardımcısını savunuyor, Victor Rocco. Rıza Sarraf diyor ki, “ben Genel Müdüre rüşvet verdim” diyor. Bu avukat söz alıyor, hükümetin oraya gönderdiği avukat dikkatinizi çekerim. Şöyle söylüyor, “Yüksek makamlara ayakkabı kutularında rüşvet yollayan Atilla değil, Sarraf’tı. Süleyman Aslan Sarraf’tan utanmazca rüşvet aldı.” Bu hükümetin avukatı, bu bankanın avukatı, açık ve net Sarraf’ın Süleyman Aslan’a rüşvet verdiğini itiraf etti.
Şimdi ben Sevgili Erdoğan’a soruyorum, senin gönderdiğin avukat o Genel Müdürün rüşvet aldığını söyledi. Sen ne yaptın? O Genel Müdürü aldın Ziraat Bankası Yönetim Kurulu üyeliğine atadın. Akıl tutulması buna denir. Şimdi ben sana “gözlerinden öpüyorum Erdoğan” demeyip de ne deyim Allah aşkına, ne deyim ben sana?
Efendim Rıza Sarraf bülbül gibi ötünce bu sefer Rıza Sarraf vatansever olmaktan çıktı. Ne oldu? Casus oldu. Ne oldu? Hain oldu. Düne kadar beraberdiniz tıpkı FETÖ gibi. FETÖ’de de aynı menzile yürüyorlardı aynı menzile. Şimdi FETÖ düşman oldu. Düne kadar kol kolaydınız, ne istediyse verdiniz. Sarraf’a da ne istediyse verdiniz siz, ne istediyse verdiniz. Bakan istedi bakan verdiniz, Genel Müdür istedi Genel Müdür verdiniz. Rüşvet istediniz, rüşvet verdiniz. Her şeyi para karşılığında yaptınız. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Rıza Sarraf hakkında soruşturma açtı. Neymiş? Efendim “devletin Türkiye Cumhuriyeti devletinin gizli kalması gereken bilgileri yabancı devlet lehine siyasal ve askeri casusluk maksadıyla temin ettiği gerekçesiyle Rıza Sarraf’ın malvarlıklarına el konulmasına” karar verilmiş. Haberi duyunca hiç şaşırmadım, niye şaşırayım ki? Rıza Sarraf’ın casus olduğunu, her türlü bilgiyi aldığını ben zaten daha önceden söylemiştim, daha önceden ifade etmiştim. Şimdi savcılık yeni harekete geçiyor. Ben şu soruyu sordum, Rıza Sarraf’a bu bilgileri kim verdi, devletin sırlarını kim verdi?
Sevgili arkadaşlarım, değerli kardeşlerim, her şeye rağmen Türkiye Cumhuriyeti devleti saygın bir devlettir, her şeye rağmen, bütün yıpranmalara karşın Türkiye’nin saygın kurumları vardır. Rıza Sarraf’ı da izleyen bu devletin saygın kurumları var ve 18 Nisan 2013 tarihinde dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın önüne bir bilgi notu bırakılır. Bilgi notunun konusu Rıza Sarraf’tır. Milli İstihbarat Teşkilatının üç sayfalık bir bilgi notu bırakılır. Yapılan bütün sahtekarlıklar burada anlatılır ve son sayfayı okuyorum size: “İran’a yönelik ekonomik ambargoya rağmen, İranlı şahısların para transferini gerçekleştirmesi bağlamında R.Sarraf’ın yakın gelecekte ABD tarafından yasaklı kişiler listesine dahil edilebileceği, şahsın Türkiye’deki faaliyetleri nedeniyle Türkiye ABD ilişkilerinde sorun yaşanabileceği, Ebru Gündeş-Sarraf ile evliliği nedeniyle başta magazin medyası olmak üzere kamuoyunun dikkatlerini üzerine çeken R.Sarraf’ın Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan ve İçişleri Bakanı Muammer Güler ile mevcut ilişkisinin ortaya çıkması halinde sözkonusu hususların hükümet aleyhine kullanılabileceği değerlendirilmektedir” diyor. Kim söylüyor? Milli İstihbarat Teşkilatı söylüyor. Ne zaman söylüyor? 18 Nisan 2013’te söylüyor. Ne zaman bu tarih? 17 – 25 Aralık’tan 9 ay önce söylüyor. Şimdi ben Recep Tayyip Erdoğan’a 80 milyonun huzurunda söylüyorum bu sahtekarın yaptığı dolandırıcılık, bakanlarına verdiği rüşvet senin önüne devletin en hassas kurumu tarafından önüne konuldu. Sen ne yaptın? Sen bu dosyayı kapattın. Sen sahtekarlığı görmezden geldin.
Şimdi casusmuş efendim Rıza Sarraf. Zaten casus, zaten sahtekar, zaten şarlatan. Bu bilgileri kim verdi? Bu bilgilerin tamamını senin bakanların, yani senin hükümetin verdi. Senin hükümetin Türkiye Cumhuriyeti devletine ihanet etti. Evet bir daha söylüyorum, senin hükümetin Türkiye Cumhuriyeti devletine ihanet etti. Türkiye Cumhuriyeti devletinin bütün sırlarını götürüp Rıza Sarraf’a teslim ettiler para karşılığında üstelik.
Ben 27 Şubat 2014’te devletin bütün sırlarının Rıza Sarraf’a teslim edildiğini bir televizyon konuşmasında söyledim. 22 Mart 2014’te yine bir televizyon kanalında devletin bütün sırlarını bir başka kişiye pazarlayan hükümet olarak da yine dillendirdim. Ama o zaman savcılar kulaklarını tıkıyorlardı. Çünkü Rıza Sarraf çok sevimli bir adamdı, hayırsever bir işadamıydı, hala rüşvet dağıtıyordu, hala satın alıyordu bilgileri. Şimdi uyandılar. Şimdi Erdoğan diyebilir ki, “efendim Rıza Sarraf beni kandırdı. Tıpkı FETÖ beni kandırdı gibi, tıpkı PKK gibi beni kandırdı.” Vallahi de billahi de söylüyorum Sevgili Erdoğan Rıza Sarraf seni hiç ama hiç kandırmadı, hiç ama hiç kandırmadı. Niçin? Bütün olaylardan senin ta en başından beri haberin vardı. Beni kandırdı diyorsan yalan söylüyorsun. Çünkü 17 – 25 Aralık’tan 9 ay önce bu devletin en saygın kurumu senin önüne getirip 3 sayfalık bilgi notu koydu, 3 sayfalık. Bütün sahtekarlıklar orada yazılıydı. Sen o dosyayı da kapattın. Efendim kim verdi bilgileri? Senin hükümetin verdi. Bir daha söylüyorum, Sevgili Erdoğan senin hükümetin Rıza Sarraf’a çalıştı, devletin bilgilerini ona verdi.
Şimdi soruşturmayı yapan savcılara sesleniyorum, savcı kardeşlerim, sahtekarın peşine düştünüz, biraz geç düştünüz. Onu beraat ettirdiniz, soruşturma dosyalarını kapattı bazı savcılar.
İlk yapacağınız iş, Rıza Sarraf soruşturma dosyalarını kapatan o savcıları, hakimleri meslekten atacaksınız. Onlar adalet dağıtmadılar bir sahtekarı savundular, onları atacaksınız. Onlar adalet içinde adalet dağıtamazlar, adaleti yaralarlar.
İki; ona o bilgileri veren bakanları, hükümeti de sorgulayacaksınız. Bakanları ve hükümeti de sorgulayacaksınız. Rıza Sarraf’a ben bilgi vermedim, ben telefonla konuşmadım, ben herhangi bir bilgi aktarmadım, yan yana gelmedim, oturup konuşmadım, her konuştuktan sonra aleyhime davalar açtı, yüzlerce dava açtı. Ben de çıktım şunu söyledim, “açmazsanız namertsiniz” dedim. Açtılar ne oldu? Ben haklı çıktım. Şimdi yeni yeni uyanıyorlar.
Bu devlet sırlarını satmak yeni değil. FETÖ terör örgütüne kozmik odayı açan bunlar değil miydi? Devletin haremi ismetini bir terör örgütüne açan bunlar değil miydi? Bunların yatacak yeri yoktur. Eğer vatana ihanet eden birilerini arıyorsanız o birilerinin başında sarayda oturan vardır.
Sevgili Erdoğan, senin bakanların Rıza Sarraf’a her türlü bilgiyi verdi. Sen devletin haremi ismetini, kozmik odayı terör örgütüne açtın. Sen Başbakan değil miydin, kimdi bu ülkede Başbakan? Başbakan değil miydin? Bütün bunlardan haberin yok muydu? Hepsinden santim, santim haberin vardı senin. Kuş uçsa haberin vardı senin. Hesabını vereceksin kardeşim! Hesabını ne zaman soracağız? 2019’da sandıkta soracağız, 2019’da kadınların gücüyle soracağız, kadınların gücüyle.
Hükümete, Binali Yıldırım’a Sayın Başbakana açık ve net bir çağrı yapıyorum. Aramızda tartışmalar olabilir, aramızda sert sözler olabilir, ama Türkiye’yle ilgili bir davanın Amerika’da görüşülmesi benim vicdanımı rahatsız ediyor. Türkiye’yle ilgili bir rüşvet olayının Amerika’da görüşülmesi doğru değildir. Sayın Başbakana açık ve net ve gerçekten de samimi bir çağrı yapıyorum. Mademki İstanbul Cumhuriyet savcılığı bir soruşturma açtı, gel Sayın Binali Yıldırım parlamentoyu harekete geçirelim. Bu lekeyi biz temizleyelim. Başkalarının bu lekeyi temizlemesine izin vermeyelim. Bizim ülkemizde demokrasinin olduğunu, bizim ülkemizde adaletin olduğunu, bizim ülkemizde rüşvet dağıtanın da, rüşvet yiyenin de suçlandığını ve yargılandığını, objektif yargılandığını ve mahkum edildiğini bütün dünyaya ilan edelim. İran nasıl yaptıysa bizde aynısını yapalım. Açık ve net ve samimi bir çağrıda bulunuyorum Sayın Binali Yıldırım’a. Gelin dosyayı yeniden açalım Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir soruşturma komisyonu kuralım ve bu olayı Amerikalılar, Amerikan yargısı değil biz çözelim, biz temizleyelim. Biz kendi pisliğimizi kendimiz temizleyelim, başkasına temizletmeyelim. Bize yakışan budur. Bu samimi çağrımı yapıyorum.
Evet 2019’a az kaldı. Önümüzde iki seçenek var. Bir; tek adam rejimi. İki; demokratik parlamenter sistem. Bütün annelere sesleniyorum, bütün kadınlara sesleniyorum, her eve gireceksiniz, her kadını ikna edeceksiniz, çocuğunuz için, bayrağınız için, vatanınız için, komşularınız için, akrabalarınız için, Türkiye için gireceksiniz. “Demokrasi istiyoruz” diyeceksiniz, “Kadın – erkek eşitliği istiyoruz” diyeceksiniz. “Kadının alın teri de değerlidir”diyeceksiniz. “Biz kendi ülkemizde demokrasi olursa ancak rahat ederiz” diyeceksiniz. Ve “Biz demokrasi için sizin evinize geldik” diyeceksiniz. “Çocuğunuz rahat bir ülkede yaşasın, çocuğunuzun aşı, işi, ekmeği olsun”diyeceksiniz, “Çocuğunuz düşüncesini özgürce ifade etsin” diyeceksiniz, “Çocuğunuz güzel okullara gitsin”diyeceksiniz. “Sabah, öğle, akşam sınav sistemi değişmesin” diyeceksiniz. Daha güzel, daha temiz, daha adil, daha iyi bir Türkiye özlemiyle her kapıyı çalacaksınız ve annelere “Gün annelerin günüdür, gün kadınların günüdür, gün Türkiye’ye sahip çıkma günüdür, gün vatana, millete, bayrağa sahip çıkma günüdür. Gün beraber demokrasiyi getirme günüdür” diyeceksiniz. Söz mü? Söz mü? Söz mü? Söz mü? Söz mü? Ben de size söz veriyorum, günün 24 saati çalışacağım bu ülkenin kadınları için. Giyimi ne olursa olsun, kuşamı ne olursa olsun, yaşamı ne olursa olsun, yaşı ne olursa olsun, caddede, sokakta, tarlada, fabrikada çalışacağım. Demokrasiyi ya getireceğiz ya getireceğiz.
Hepinize saygılar sunuyorum.