CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, TBMM’nin açılışının 97. Yıldönümü-Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı Özel Oturumu’nda bir konuşma yaptı.

Kılıçdaroğlu’nun konuşması şöyle:

 

Sayın Başkan,

Değerli Milletvekilleri,

Ekranları başında bizi izlemekte olan değerli yurttaşlarım,

Sevgili çocuklar…

Hepinizi saygıyla selamlıyor, Miraç Kandilinizi ve bayramınızı içtenlikle kutluyorum.

Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, 23 Nisan 1920’de… 97 yıl önce bugün…  Bu saatlerde, Türkiye Büyük Millet Meclisimizin Ulus’taki ilk binasına adımını attığı anda hissettiklerini şöyle anlatır:

“23 Nisan cuma günü, öğleden sonra takriben saat ikide meclis binasının kapısından girerken, günlerden ve gecelerden beri bütün mevcudiyetimi işgal eden efkar ve duygusallık içinde bulunuyordum. Ancak, içeriye girip meclis salonunu dolduran milletvekillerinin, emniyet ve itimat eden bakışlarıyla bana yönelmiş olduklarını gördüğüm zaman teşebbüsümüzün, milletin amaçlarına tamamen uygun olduğunu bir kere daha idrak ettim. Ve artık benimle fikir ve amaçta ortak, milletimizi temsil eden bu kader arkadaşlarımla beraber çalışacağımdan dolayı bahtiyardım.”

Çünkü, Mustafa Kemal Atatürk için 23 Nisan, “Türkiye millî tarihinin başlangıcı ve yeni bir dönüm noktası, bütün bir cihan-ı husumete karşı kıyam eden Türkiye halkının, Türkiye Büyük Millet Meclisini vücuda getirmek hususunda gösterdiği harika” dır.

Evet, hepimizi çatısının altında toplayan bu Gazi Meclis, Türkiye milli tarihinin başlangıcı ve bizzat Türkiye halkının vücuda getirdiği bir harikadır…

Ayrıca, 23 Nisan 1920’nin Mustafa Kemal Atatürk tarafından çocuklarımıza armağan edilmesi, aynı zamanda cumhuriyetimizin de her zaman bir çocuk kadar saf, temiz ve yalın kalacağına duyulan inancı ifade eder.

Milletimizin, Türkiye Cumhuriyeti’ne duyduğu sevgi ve bağlılığın kaynağında da bu inanç vardır.

Sayın Başkan, ,

Değerli Milletvekilleri…

Milli Mücadeleyi yönetmesi nedeniyle dünyada “Gazi Meclis” unvanına sahip tek parlamento olan Türkiye Büyük Millet Meclisi kurulduğu ilk günden itibaren hükümetin denetlenmesi görevini kararlılıkla sürdürdü.

TBMM’nin değerli üyeleri, Kurtuluş Savaşı’nın en kritik dönemlerinde dahi denetim sorumluluklarından ödün vermedi.

Örneğin, Sinop Mebusu Şerif Bey’in,  “Bakanlıklardaki bazı memurların görevlerinden azledilmeleri hakkında”verdiği “İstizah Takriri” yani Gensoru Önergesinin 5 Temmuz 1920 tarihindeki görüşmelerinde bazı İç Ege kasabaları Yunanlılar tarafından işgal ediliyordu.

Ki Şerif Bey, en yaşlı üye sıfatıyla 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılış konuşmasını yapan kişidir.

Bu Gazi meclisin kutsal çatısının altında yankılanan ilk nutuk, Sinop Mebusu Şerif Bey’in nutkudur.

Haziran 1920’de Saruhan Mebusu Refik Şevket Bey, Ankara Erkek Öğretmen Okulu’nun başka bir yere nakledilmesiyle ilgili sözlü soru önergesini dönemin Milli Eğitim Bakanı’na yönelttiğinde, aralarında İsmet İnönü’nün de bulunduğu bazı milli mücadele kahramanları hakkında İstanbul’da kurulan Harp Mahkemesi idam kararı almaya hazırlanıyordu.

Bu örnekleri şunun için veriyorum, en zor koşullarda bile TBMM, Hükümeti denetleme görevini yapmış ve hiç kimse kürsüye çıkıp, “Memleket savaş halinde siz bu soruları niçin soruyorsunuz?” ya da “bu gensoruyu niçin veriyorsunuz?” diye sormamıştır.

Çünkü bu onurlu milletvekilleri, Hükümet üzerinde denetim görevlerini yaparak Parlamentoya saygınlık kazandırmışlardır.

Milletvekillerinin sözlü ve yazılı soru önergeleri ile gensoru önergeleri yoluyla denetim yetkilerini kullanmaları, küçük bazı tartışmalar dışında sorun edilmemiş; asla “Ayak bağı” olarak nitelendirilmemiştir.

Bugün gelinen noktaya bakalım sayın milletvekilleri…

YSK tarafından meşruiyeti tartışılır hale getirilen “Mühürsüz Seçim”le bizler, yani biz milletvekilleri bu kürsüye çıkıp, bir bakana bir sözlü soru dahi soramayacağız…

Soruyu sorsak dahi, sayın bakan bu kürsüye çıkıp, bizlerin sorularına cevap verme tenezzülünde dahi bulunmayacaktır… Yaratılan bu acı tablodan vicdanı sızlamayan var mı acaba?

Değerli Milletvekilleri,

Bu bağlamda, Milli Mücadele’nin hemen sonrasında müzakerelerine başlanan yeni anayasa tartışmalarını da hatırlamakta fayda görüyorum.

23 Mart 1924’de TBMM’de görüşmelerine başlanan Kanunu Esasi’nin 25. Maddesi, “Meclisin kendiliğinden seçimlerin yenilenmesine karar verebileceği gibi, Cumhurbaşkanı da hükümetin değerlendirmesini aldıktan sonra, gerekçesini Meclise ve millete bildirmek şartıyla seçime karar verebilir” şeklindeydi.

Dönemin milletvekilleri, “Hükümetin değerlendirmesini almak ve gerekçesini” meclise ve millete açıklama zorunluluğuna rağmen, fesih yetkisinin Cumhurbaşkanına verilmesine karşı çıktı.

Örneğin Saruhan (Manisa) Mebusu Reşat Bey:

Gazi Paşa hazretleri katiyen emin olsunlar ki millet yine kendi tabir ve tavsiyeleri veçhile hâkimiyetlerinden bir zerresini ismi ve makamı ne olursa olsun ve kim olursa olsun hiç bir makama, ferde tevdi ve teslim etmeyecektir” diyordu.

Mahmut Esad Bey’in düşüncesi ise şöyleydi:

Dünyanın hangi köşesinde, hangi devlet teşkilatında hâkimiyetin kayıtsız şartsız milletin olduğu anlayışının tecellisi meclis feshedilebilmektedir. “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” diyoruz sonra bu kadar büyük bir kuvveti cumhurbaşkanı feshedebilmektedir.

Saraçoğlu Şükrü Bey de  “Bize tarih, hukuk, ihtilal açıkça gösteriyor ki bugün Millet Meclisi’nin kişiliğinde toplanmış haklarından hiçbir şey geriye doğru dönemez” sözleriyle Mustafa Kemal Atatürk’e “veto” adı altında verilen fesih yetkisine karşı çıkıyordu.

Sonuç 25. madde yani cumhurbaşkanına fesih yetkisi veren madde reddedilmiştir.

Tarih böyleyken, Türkiye Büyük Millet Meclisi köklü geçmişine, kurucu değerlerine sahip çıkmak yerine Meclisi fesih yetkisini, bir kişiye üstelik hiçbir gerekçe göstermeden verilmesini istemiştir.

Bu anlayış “milli irade” üzerine düşen en büyük gölgedir ve milli iradenin reddidir.

Tarih, milletin egemenliğini bir şahsa teslim etmenin yolunu açan milletvekillerini elbette unutmayacaktır.

Sayın Başkan,

Sayın Cumhurbaşkanı yurt dışına çıktığında veya görevinden geçici olarak ayrıldığında O’na zatı âliniz vekâlet ediyordu… Çünkü siz seçimle gelen bir milletvekilisiniz. Ayrıca TBMM Başkanlığına da seçimle geliyorsunuz. Milli iradenin kalbi olan TBMM’ni temsil ediyorsunuz. Aynı zamanda tüm Parti gruplarına karşı da tarafsızlığınızı korumak durumundasınız. Üzülerek ifade edeyim ki, yeni tek adam rejiminde siz Cumhurbaşkanına vekâlet edemeyeceksiniz. Daha acı olanı ise, Sayın Cumhurbaşkanına vekâleti seçimle gelen bir kişi değil atama ile gelen bir Başkan yardımcısı yapacaktır. Bizim tarihimizde bu durum, darbe dönemlerine özgü bir uygulamadır. Bu acı gerçeğin unutulmaması gerek.

Değerli Milletvekilleri,

Bu Meclis kuruluşunda, liyakate dayalı bir devlet yönetiminin, Türkiye’nin Bekası açısından ne kadar önemli olduğunu bilen bir Meclistir. Yani ülkeyi yönetenlerin işi ehline vermeleri kuralını öngörmüştür.

Devlette liyakat sisteminin kurallarını –keyfi uygulamalara yol açmaması için- hep bu Meclis belirlemiştir. Yürütme organı da bu güne kadar, bu kuralları esas alarak atama yapmıştır. Şimdi üzerine YSK tarafından şaibe düşürülen “Mühürsüz Seçim”le bu yetki de TBMM’nin elinden alınmıştır. Böylece devlet yönetiminde liyakat değil, keyfi yönetim anlayışının egemen olmasının yolu açılmıştır.

Üzülerek ifade edeyim ki, bugün TBMM büyük bir itibar kaybına uğramıştır. O kadar ki, YSK dahi TBMM’nin çıkardığı kanuna açıkça uymamayı kural edinmekte,  kanunsuzluğu meşru hale getirmektedir. Bir Parlamentonun bu duruma düşmesi gerçekten de çok dramatik bir tablodur.

Değerli Milletvekilleri,

Bu Meclisi yaralayan, milli iradeyi sakatlayan bir başka gerçek de uygulanan yüzde on seçim barajıdır. Yüzde 10 seçim barajı, milli egemenliği hiçe sayan, yurttaşlarımızın tercihlerini görmezden gelerek temsiliyet haklarını çalan ve iktidarda kalmak için her şeyi reva gören çarpık bir zihniyetin ürünüdür. Darbecilerin getirdiği bu düzenlemeyi savunanların darbecilerle aynı paralelde olduklarını da unutmamak gerekir.

Değerli Milletvekilleri,

Saygı değer yurttaşlarım,

Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratikleşme tarihi, TBMM’nin milletimiz adına kullandığı yetkilerini savunma ve genişletme tarihidir. Biz darbecileri dahi aratacak anti demokratik tüm düzenlemelere bugüne kadar hep karşı çıktık ve karşı çıkmaya da devam edeceğiz. İnsanlık tarihi, demokrasiyi katledenleri değil, demokrasiyi geliştirenleri ve savunanları onurlandırmıştır.

CEVAP VER