Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde bir basın toplantısı düzenleyen Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, Mescid-i Aksa’nın etrafının sarılması ve Filistinli Arap ve diğer Müslüman bireylerin girişinin engellenmeye çalışılmasının kabul edilebilir olmadığını vurgulayarak, “Mescid-i Aksa yalnız değildir ve Mescid-i Aksa İsrail’in bir mülkü değildir. Orası Filistinlilerin ve bütün Müslümanlarındır” dedi.
Gündemdeki gelişmelere ilişkin açıklamalarda bulunan Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreter Yardımcısı ve Sözcüsü İbrahim Kalın, basın mensuplarının sorularını da cevapladı. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, kamuoyu ile canlı olarak da paylaşılan toplantıda şunları söyledi: “15 Temmuz’un sene-i devriyesinde, Başbakanlık, Aile Politikalar Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığımız, İçişleri Bakanlığımız başta olmak üzere ilgili bütün bakanlıklarımız ve kurumlarımız yoğun bir çaba ile faaliyetler gerçekleştirdiler. Aynı zamanda bildiğiniz gibi AK Parti Genel Merkezi ve Parti Sözcüsü Mahir Ünal Bey’in de koordinasyon noktasında sağladığı katkılarla hakikaten çok güzel bir çalışma yapıldı. Bu vesileyle katkı sağlayan Cumhurbaşkanlığındaki ekiplerimize ve ilgili bütün kurumlarımıza teşekkür etmek istiyorum. Bu vesileyle aslında biz 15 Temmuz’un sene-i devriyesinde milletimizin demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, bağımsızlığı ve istiklali konusundaki kararlılığını bir kez daha net bir şekilde görmüş olduk. Bir çağrıyla sokaklara dökülen milyonlar 1 yıl sonra bu hain FETÖ darbe girişimini tekrar lanetlediler ve istiklallerine ve istikballerine kararlı bir şekilde sahip çıkacaklarını bütün dünyaya bu vesileyle tekrar ilan etmiş oldular. Bu vesileyle ben tekrar 15 Temmuz şehitlerimize Allah’tan rahmet, gazilerimize acil şifalar diliyorum.
“YENİ KABİNENİN ÜLKEMİZE HAYIRLI OLMASINI, DAHA BÜYÜK HİZMETLER VERMESİNİ DİLİYORUZ”
İkinci önemli konumuz, bildiğiniz gibi dün Sayın Cumhurbaşkanımızın onayladığı yeni kabine… Sayın Başbakanımızın Sayın Cumhurbaşkanına arzından sonra onaylanan, tensip buyurulan yeni kabinenin ülkemize, milletimize hayırlı olmasını diliyorum.
Tabii Sayın Başbakanımızın yaptığı istişareler neticesinde Cumhurbaşkanımıza sunduğu bu kabineyle ilgili birçok yorum yapıldı, yapılıyor. Sayın Başbakanımızın AK Parti geleneğini ve Cumhurbaşkanımızın aslında bu tür değişikliklerde, revizyonlarda temel ilkesi; hep ‘süreklilik içinde değişim, değişim içinde süreklilik’ ilkesi olmuştur. Aslında bu kabine de, hem aynı zamanda bir süreklilik ve değişim kabinesi olarak da ifade edilebilir. Mevcut tecrübeleri yeni arkadaşlarımıza, yeni bakan arkadaşlara aktaran, yeni bir kan tazelenmesiyle de hizmetleri daha etkin hale getirmeyi hedefleyen bir kabine var. Tabii 2019 seçimlerine giderken izlenecek politikaların; ama asıl ondan önemlisi de 2023 hedefleri çerçevesinde bu kabinenin ülkemize hayırlı olmasını, daha büyük hizmetler vermesini diliyoruz.
İç güvenlikle ilgili bildiğiniz gibi arkadaşlar, uzun bir süredir devam eden PKK terörüyle mücadele, DEAŞ terörüyle mücadele ve FETÖ’yle mücadele de yoğun bir şekilde devam ediyor. Gerek İçişleri Bakanlığımız, gerek Türk Silahlı Kuvvetlerimiz, gerekse yargı mensuplarımızın tam bir koordinasyon içerisinde özveriyle yürüttükleri bu çalışmalar neticesinde bugün ülkemiz 15 Temmuz’a nispetle 1 yıl öncesine kıyasla çok daha emniyette, güvenli bir ülke konumundadır. Uyuşturucuyla mücadele de bu başlıklar altında ele alınması gereken önemli bir konu. Son dönemde Sayın Cumhurbaşkanımızın bizzat direktif ve talimatlarıyla tekrar yakından takip edilen bu konuda da mesafe alınmaya başladığını ifade edebilirim. Özellikle gençlerimizin uyuşturucudan korunması noktasında Hükümetimizin aldığı birçok tedbir var. Ama bunların başarılı bir şekilde hayata geçirilebilmesi için ailelerin, gençlerin, ilgili kurumların, okulların ve diğer kurumlarımızın da bir hassasiyet göstermesi, bir çaba içerisinde olması gerekiyor. Buradaki işbirliği son derece önemli… Tabii uyuşturucu deyince PKK terör örgütünden bağımsız da bunu düşünemeyiz. Bildiğiniz gibi bu terör örgütünün önemli finans kaynaklarından bir tanesi de uyuşturucu ticaretidir. Buna da çok ciddi darbeler vurulmaya başlandığını söyleyebilirim.
“BATI DEMOKRASİLERİ, PKK TERÖRÜNÜ GÖRMEZLİKTEN GELMEYE DEVAM EDİYOR”
Tabii PKK terörü dediğimizde bu hadise maalesef ülkemizin başında bir bela olmaya devam ediyor ve maalesef dünya, özellikle Batılı dünya, Batı demokrasileri de PKK terörünü görmezlikten gelmeye devam ediyorlar. Bildiğiniz gibi en son genç bir öğretmenimiz Necmettin Yılmaz’ın şehit edilmesi neticesinde hepimiz yine büyük bir hüzne boğulduk. Bu vesileyle genç öğretmenimize tekrar Allah’tan rahmet diliyorum, ailesine, hepimize sabırlar diliyorum.
Batı basını, Batı yetkilileri Türkiye’ye her seferinde demokrasi, insan hakları, özgürlükler konusunda nutuk atmaya çalışan Batılıların yine bu PKK terörü karşısında büyük bir sessizlik içerisinde, utanç verici bir sessizlik içerisinde olduğunu gördük. Bunu bir vaka-i adiye gibi değerlendirip üzerini örtmeye çalıştıklarını görüyoruz. Tabii Türk Milleti bunu unutmuyor; burada kimin dost, kimin düşman, kimin nerede Türkiye’nin yanında, kimin nerede Türkiye’nin karşısında olduğunu da çok açık, net bir şekilde görüyor. Terörle mücadele, PKK terörü, DEAŞ terörü, FETÖ terörü ve diğer terör örgütlerine karşı mücadelemiz bundan sonra da çok yoğun bir şekilde devam edecek. Ben bu vesileyle dün Cumhurbaşkanımızın yaptığı bir telefon görüşmesine atıfla, Cumhuriyet Halk Partisi Tunceli Milletvekili Sayın Gürsel Erol’a da bu vesileyle tekrar teşekkürlerimizi iletmek istiyorum. Kendisinin Mecliste yaptığı konuşma hakikaten bugün Türkiye’nin teröre karşı sahip olması gereken net millî, yerli, tavizsiz duruştur. Bundan dolayı da Sayın Cumhurbaşkanımız Sayın Erol’u arayarak kendilerine teşekkür etmişlerdir.
Bizim siyasî aidiyetleri bir kenara, siyasi görüşlerimizi bir kenara bırakarak terör karşısında yekvücût olmamız açısından önemli bir tablo olduğunu ifade etmeliyim. Terörle mücadele konusunda Cumhurbaşkanımızın kararlı ve tavizsiz tavrı zaten bilinmektedir. Bu konuda ilgili güvenlik birimlerimizin, Başbakanlığın, İçişleri Bakanlığımızın bütün çalışmalarının yanında olduğumuzu bu vesileyle bir kez daha ifade etmek istiyorum.
“FETÖ’DEN TEMİZLENDİKÇE EMNİYET BİRİMLERİMİZ ASLINDA ASLİ VAZİFELERİNE GERİ DÖNMÜŞ BULUNMAKTALAR”
Burada bir konuyu daha 15 Temmuz’un sene-i devriyesi olması münasebetiyle de dikkatinize getirmek isterim. O da şudur; 15 Temmuz darbesinden sonra FETÖ’cü darbecileri güvenlik birimlerimizden, yani Türk Silahlı Kuvvetlerinden ve İçişleri, Emniyet, Polis Teşkilatından temizlemek için önemli bir çalışma başlatıldı biliyorsunuz. Bu temizlik harekatı yapılırken çeşitli mahfillerde, kaynağının neresi olduğu da az-çok belli olan çeşitli mahfillerde Türkiye’nin bundan sonra güvenlik noktasında zaaf yaşayacağı, özellikle NATO güvenlik sistemi içerisinde ‘artık güvenilir bir partner olmayacağı’ yönünde birtakım spekülasyonların, haberlerin dolaşıma sokulduğunu gördük.
Bir yıl sonra baktığımız zaman, tam tersine bu temizlikten dolayı güvenlik birimlerimizin zaafa uğramadığını, tam tersine FETÖ’cü hainlerden temizlendikçe Türk Silahlı Kuvvetlerimizin ve Polis Teşkilatımızın emniyeti ve güvenliği sağlama konusunda çok daha etkin bir noktada olduğunu gördük. Yani FETÖ’den temizlendikçe emniyet birimlerimiz aslında asli vazifelerine geri dönmüş bulunmaktalar ve bugün de özverili bir şekilde, kahraman bir şekilde bu güvenlik mücadelesini devam ettiriyorlar.
20 TEMMUZ KIBRIS BARIŞ HAREKÂTININ YIL DÖNÜMÜ
Bugün aynı zamanda biliyorsunuz 20 Temmuz Kıbrıs Barış Harekâtının yıl dönümü. Biraz önce Sayın Cumhurbaşkanımızın konuyla ilgili mesajını da yayınladık, sizlerle paylaştık. Bildiğiniz gibi bugün Sayın Başbakanımız da oradalar, törenlere katılıyorlar. Aynı zamanda Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Sayın Fahri Kasırga Bey de törenlere katılmaktalar. Bu hem Kıbrıs Harekâtının 43. yıl dönümü olması münasebetiyle bizim önem verdiğimiz bir anma günüdür; ama aynı zamanda özellikle bugün üst düzeyde temsil edilmemizin bir sebebi de Kıbrıs halkının yanında olduğumuzu bir kez daha vurgulamaktır. Bildiğiniz gibi İsviçre’de devam eden Kıbrıs görüşmelerinden arzu edilen netice maalesef hâsıl olmadı. Burada Türk tarafı, bütün BM yetkililerinin ve bütün uluslararası gözlemcilerin de ittifaken söylediği gibi, hakikaten çok yapıcı bir tutum içerisinde oldu. Baştan beri, ta 2004’teki Bürgenstock görüşmelerinden beri, Annan Planının referanduma götürülmesinden beri Sayın Cumhurbaşkanımızın ortaya koyduğu bir ilke vardı, ‘biz Kıbrıs müzakerelerinde hep bir adım önde olacağız’ dedi ve 13-14 yıldır bu tutum değişmedi aslında. Fakat maalesef bizim bütün bu yapıcı tutumuza ve yaratıcı fikirler üretme çabamıza rağmen, Rum tarafının yapıcı olmayan yaklaşımları nedeniyle arzu edilen neticede elde edilemedi. Fakat bu, Kıbrıs konusunun kapandığı anlamına gelmiyor. Biz Kıbrıs halkının yanında olmaya devam edeceğiz. Bakın, Annan Planını referandumda Rum tarafı ret ettiği halde, Kıbrıs Türk tarafına dönük yaptırımlar maalesef uygulanmaya devam etti. 13 yıl sonra biz tekrar aynı noktaya geldik, bu müzakerelerden gene Rum tarafının yapıcı olmayan tutumları nedeniyle, uzlaşmaz tutumları nedeniyle bir neticede alınmadı. Ama Kıbrıs Türk tarafına yönelik izolasyonlar, yaptırımlar hala devam ediyor. Uluslararası topluma buradan çağrımız, artık bu yeni gerçekler ışığında bu izolasyonların ve yaptırımların tamamen kaldırılmasıdır. Kıbrıs Türk tarafı burada BM parametreleri çerçevesinde son derece yapıcı bir tutum sergilemiştir, Türkiye bu konuda, güvenlik, garantiler ve diğer konularda son derece yapıcı bir tutum içerisinde olmuştur. Artık bütün bu gerçekler ışığında Kıbrıs Türk tarafına dönük bu izolasyonların kaldırılmasının zamanı çoktan gelmiştir. Bu konuda uluslararası topluma çağrımızı bu vesileyle tekrar yeniliyoruz.
MUSUL’UN DEAŞ’TAN TEMİZLENMESİ
Bir diğer önemli konu, bildiğiniz gibi Musul’un DEAŞ’tan kurtarılması. DEAŞ terörüyle mücadele kapsamında geçtiğimiz haftalarda Musul’da önemli bir gelişme oldu ve Musul şehri DEAŞ’tan hemen hemen tamamen temizlendi. Bundan duyduğumuz memnuniyeti ben de bir kez daha ifade etmek istiyorum. Bildiğiniz gibi dün de Sayın Başbakanımızın Sayın Abadi’yle bir telefon görüşmesi oldu, hem tebrik ettiler, hem de orada önemli bir hususun altı çizildi. O da, ‘Musul’un yeniden inşası sürecinde Türkiye’de olarak biz uluslararası toplumla beraber üzerimize düşen sorumluluğu yüklenmeye hazırız.’ Sayın Abadi’nin de ifade ettiği gibi, Musul’un yeniden inşası, güvenliğinin sağlanması, altyapı-üstyapı yatırımlarının tamamlanması için ciddi bir uluslararası işbirliğine ihtiyaç bulunmaktadır. Biz Türkiye olarak bu sürecin içerisinde yer almaya hazır olduğumuzu ifade ettik. Sayın Abadi de Sayın Başbakanımızla yaptığı görüşmede bundan memnuniyet duyacaklarını iade ettiler. Dolayısıyla önümüzdeki süreçte de Irak makamlarıyla bu konularda yakın temas içerisinde olacağız.
Tabii bu DEAŞ terörüyle mücadele bağlamında bir diğer önemli durak Telafer; orada DEAŞ tehdidi devam ediyor. Şu anda Irak Ulusal Güçleri Telafer’e dönük operasyonlarını sürdürüyorlar. Biz orada Irak Ulusal Güçlerinin ve diğer Irak güvenlik birimlerinin Telafer’e girmesinin, Haşdi Şabi’nin oraya sokulmamasının önemini bir kez daha bu vesileyle ifade etmek istiyoruz.
Irak bağlamında tabii bir de Kuzey Irak Kürt Yönetiminin bir bağımsızlık referandumu konusu var. Onu da bildiğiniz gibi daha önce de çeşitli vesilelerle ifade etmiştik. Bu referandum kararının yanlış olduğunu, geri dönülemez birtakım sonuçlara yol açabileceğini tekrar buradan hatırlatmak ve Kürt Bölgesel Yönetimi yetkililerine bu karardan geri dönmeleri gerektiğini tekrar hatırlatmak istiyoruz. Çünkü ne Irak bağlamında, ne bölgesel ve uluslararası anlamda bu referandumun bir yere varması, bir netice hasıl etmesi mümkün değil. Bunun yerine tamiri mümkün olmayan birtakım hasarların, hataların yapılmaması için de umarız Irak Kürt yöneticileri burada bu kararı gözden geçirirler ve bu referandum kararından vazgeçerler. Bir diğer önemli konu, bildiğiniz gibi bu hafta sonu Pazar günü Sayın Cumhurbaşkanımızın bir Körfez turu olacak. Bu özellikle Körfez ülkeleriyle Katar arasında yaşanan kriz bağlamında Sayın Cumhurbaşkanımız önce Suudi Arabistan’ı ziyaret ederek Suud Kralı Selman Bin Abdülaziz’le görüşecekler, ardından Kuveyt’e geçerek Kuveyt Emiriyle görüşecekler. Daha sonra da Katar’a geçerek Katar Emiriyle görüşmelerini yapacaklar.
“SUUDİ ARABİSTAN’IN BU SÜREÇTE OYNAYACAĞI YAPICI ROL SON DERECE ÖNEM ARZ EDİYOR”
Biliyorsunuz bu krizin başından beri Türkiye hep yapıcı bir tutum içerisinde oldu, sorunun müzakere yoluyla çözülmesi için çağrılar yaptı. Sayın Cumhurbaşkanımızın o dönemde çok yoğun bir telefon diplomasisi oldu ve bunun neticelerini yavaş yavaş görmeye başladık. Bugün itibariyle 13 maddelik listenin 6’ya indirilmiş olması, Türk üssünün kapatılması maddesinin de bu listeden çıkartılmış olması memnuniyet verici bir gelişmedir. Bundan sonra diğer konularda ne tür adımlar atılabilir, bunlar nasıl bir yapıcı yaklaşımla çözülebilir, bunlarla ilgili de çalışmalarımız devam edecek. Burada Sayın Cumhurbaşkanımızın Suud Kralının rolüne özel bir önem atfettiğini bir kez daha ifade etmek istiyoruz. Zira bölgenin en önemli, en güçlü ülkesi olarak Suudi Arabistan’ın bu süreçte oynayacağı yapıcı rol son derece önem arz ediyor. Aynı şekilde Kuveyt Emirinin bu süreçte oynadığı arabuluculuk rolünün de değerli olduğunu ifade etmek istiyoruz. Sayın Cumhurbaşkanımız Kuveyt Emiriyle birkaç defa telefon görüşmeleri yaptı bu süre içerisinde ve Pazar günü akşam yapacağımız görüşmede de bu konuyu daha detaylı bir şekilde ele alma imkânımız olacak. Tabii Katar krizinin, yani bu bölgesel konunun yanı sıra ikili ilişkilerimizi ve diğer bölgesel konuları, Irak gibi, Suriye gibi, terörle mücadelenin diğer boyutları gibi, Filistin gibi, Mescid-i Aksa gibi konuları da bölge liderleriyle Sayın Cumhurbaşkanımızın ele alma imkânı olacak.
“MESCİD-İ AKSA YALNIZ DEĞİLDİR”
Bir diğer önemli konu, bildiğiniz gibi özellikle son dönemde Harem-i Şerif’te, yani Kudüs’te Mescid-i Aksa civarında yaşanan hadiseler. Bunların bizim için son derece rahatsızlık verici gelişmeler olduğunu ifade etmeliyim. Güvenlik gerekçesiyle ya da terörle mücadele gerekçesiyle özellikle Mescid-i Aksa’nın, Harem-i Şerif’in etrafının sarılması, metal dedektörler konması, oraya Filistinli Arap ve diğer Müslüman bireylerin girişinin bu şekilde perdelenmesi ya da engellenmeye çalışılması kabul edilebilir bir durum değildir. Biz bunları aynı El Halil Camii’nde olduğu gibi, 1994 ve sonrasında yaşanan hadiselerde olduğu gibi Mescid-i Aksa’nın statüsünün adım adım değiştirilmesinin bir parçası olarak görüyoruz ve bundan büyük endişe duyuyoruz. Mevcut statünün korunması, bir kere Filistinlilerin sahip olduğu uluslararası haktan doğan en temel haklarıdır, buradan geri adım atılması söz konusu değildir. Zira Filistin halkı yalnız değildir, Mescid-i Aksa yalnız değildir ve Mescid-i Aksa İsrail’in bir mülkü değildir, orası Filistinlilerindir, orası bütün Müslümanlarındır. İbadet özgürlüğü açısından da, uluslararası hukukun yanı sıra ibadet özgürlüğü açısından da Mescid-i Aksa’ya, Harem-i Şerif’e giriş-çıkışlarda bu tür kısıtlamalara gidilmesi kabul edilebilir bir şey değildir. Tersinden bir uygulama yapılsaydı, herhangi bir İslam ülkesinde Hıristiyanların yahut Yahudilerin dinî mabetlerine, kutsal mekânlarına giriş-çıkışlarda böyle kısıtlamalar acaba getirilseydi o ülkelerin tepkisi ne olurdu, Batılı ülkelerin tepkisi ne olurdu, bunu hep birlikte düşünmemiz gerekir. Dolayısıyla burada Avrupa ülkelerinin, Amerika Birleşik Devletleri’nin sessizliğini de bozması gerektiğini düşünüyoruz. Zira yarın özellikle Cuma Namazı münasebetiyle de orada yeni hadiselerin, yeni çatışmaların yaşanmasını asla arzu etmeyiz. İşte bu 2 gün önce, 3 gün önce Kudüs’ün çok önemli dini ulemasından, müftülerinden biri olan İkrime Bey’in, 70 küsur yaşlarında bir insanın bu hadiseler sırasında yaralanmış olması, bize gelen bilgilere göre bir plastik mermi isabet etmiş kendisine, gayriinsani bir durumdur. Bu insanların ellerinde silah yok, bu insanlar oraya savaşmaya gitmiyorlar. Kimseyle çatışma ya da bir kavga arayışı içerisinde değiller, kutsal mekânlarında gidip ibadetlerini yapmak istiyorlar.
“İSRAİL, BU POLİTİKASINDAN EN KISA SÜREDE VAZGEÇMELİ”
Dolayısıyla bizim buradaki çağrımız, bütün tarafların, Arap dünyasının, Avrupa’nın, Amerika Birleşik Devletleri’nin ve uluslararası kamuoyunun bu konuda seslerini yükseltmesi ve İsrail’in bu politikasından en kısa sürede vazgeçmesidir. Maalesef şunun da altını çizmek isterim ki; bu tür hadiseler yaşanırken Müslüman ülkelerin başka konuları birbirleriyle ihtilaf ederek enerjilerini heba etmeleri de aslında şu anda içinde bulunduğumuz hazin tabloyu ortaya koyması açısından üzüntü verici bir durumdur.
Bir de son olarak Avrupa Birliği’yle ilişkiler konusuna çok kısaca temas etmek istiyorum. Bildiğiniz gibi Sayın Cumhurbaşkanımızın Brüksel’de yaptığı görüşmelerde Avrupa Birliği ile ilişkilerin yeniden canlandırılması konusunda bir mutabakata varılmış, bir yol haritası çıkartılmış idi. Bu çerçevede 25 Temmuz’da, yani 5 gün sonra bir bakanlar ve komiserler düzeyinde bir Türkiye-AB zirvesi yapılacak ve burada bu yol haritasının nasıl ilerleyebileceğiyle ilgili müzakereler gerçekleştirilecek. Buraya ilgili arkadaşlarımız katılmak suretiyle AB sürecini nasıl ilerletebiliriz diye bir çaba içerisinde olacaklar. Geçen hafta da, bu hafta, dün ben de kabul ettim, bir AB delegasyonu bu görüşmelerin, bu zirvenin ön hazırlıklarını yapmak için buradaydılar. Biz Avrupa Birliği’ne tam üyeliği stratejik bir hedef olarak görüyoruz. Türkiye’nin de, Avrupa Birliği’nin de güvenlik noktasında, ekonomi noktasında, bölgesel istikrar noktasında menfaatine olduğunu düşünüyoruz. Ama tam üyelik dışında bir alternatifi de kabul etmemizin mümkün olmadığını ifade etmek isteriz. Fakat bunun olabilmesi için de Avrupa Birliği’nin de atması gereken adımlar var. Özellikle Türkiye’nin güvenlik kaygıları konusunda Avrupa Birliği’nin daha yapıcı, daha yardımcı bir tutum içerisinde olmasını beklediğimizi de ifade etmek isterim.”