İnsanın Karanlık yönü, onun yetkisini kötüye kullanarak fesat çıkarması, günahlara karşı duyarsız olması ve şeytanın vesvesesine nefsin isteklerine uyması. Aydınlık yönü ise, gönderilen peygambere ve kitaptaki, hidayet bilgisinin yardımıyla kötülüğe değil iyiliğe yönelmesidir. Aklını kullanan bir kimse, iyi özelliklere sahip olmasının getirdiği sevinçle hayatını güzelleştirmeye ve kötülüklere karşı kendini düzeltmeye çalışır.

Allah c.c. dilediği sürece, öğrendikleri bilgileri dahilinde, insanın yetkilerini kötüye de, iyiye de kullansa insan kendine yardımcı olmaları için dua etmeleri emredilmiştir.

Namaz kılacağı veya başka iyi bir iş yapacağı zaman, verilen bilgi insana yardım etme. Hırsızlık yapmak, herhangi bir kötülük yapmak isterse, yanlışlarından dönmesi için

Yüce yaratıcımız tarafından dua etmesi bildirilmektedir.

Bu nedenle dünya hayatını peygamber ahlakıyla ahlaklandıran, iyilikte yarışan, güzel huylu, hoşgörülü Salih ameller, ibadetler, günah olan yapılardan kaçış, zikir, infak ile süslemesi, tutkulardan, kötü alışkanlıklardan, her türlü ahlaksızlıktan, zulüm edicilikten, zinadan, gönül kırıcılıktan, haramdan, faizden, israftan, kumar ve içkiden, şeytanın  fiillerinden, nefsin arzularından, malayanilikten yanlışlarından dünyada dönülmesi ölüm anına kadarda tövbeye sadık kalınması gerekir.

Bu bir devlet memurunun durumu gibidir. Kendi yetki sınırı içindeki tüm memurlar ona itaat ederler; fakat hükümet tarafından görevden alınınca, daha önceden itaat eden tüm memurlar artık ona itaat etmezler. Hatta hükümet emrederse onu yakalayıp hapse bile atarlar. Meleklerin de, mümin suresinde aynı memurlar gibi olduğu onları fenalıklardan koru. Sen her kimi fenalıklardan korursan, o gün muhakkak onu rahmetinle muamele etmişsindir. İşte asıl büyük kurtuluş da budur. Meleklerin secdeleriyle, verilen görevdeki itaati, gönülden bağlılıkları ve boyun eğmeleri de ayetlerle bildirmektedir.

İblis, sözlükte çok aşırı meyus olan, ümitsiz anlamına gelir. Aynı zamanda Allah’a isyan eden, insan soyuna boyun eğmenin sembolik göstergesi olarak Hz. Adem’e (a.s.) secde etmeyi reddeden ve Kıyamet gününe kadar insanları saptırmak için Allah’tan mühlet isteyen cin şeytana denir. Hz. Adem a.s. ve Havva annemizin, halife olarak tayin edildikleri ve yeryüzüne gönderilmelerinden önce eğilimlerinin sınanması için bir ağaç seçilmiş ve ona yaklaşmaları yasaklanmıştı.

Şeytan insanın düşmanı, insan da şeytanın düşmanıdır. İnsanı Allah’ın yolundan saptırıp felâkete sürüklemek istemesi, sonsuz aleme imansız gitmesini ispat etmesine dayanır. Ne yazık ki insan şeytanın vesvese ile verdiği yalanlarına o denli kapılır ki, onu dost edinmeye başlar. Fakat bu, onların karşılıklı düşmanlığının dostluğa dönüştüğü anlamına gelmez. “Ya Rasûlallah, Abdullah b. Ced’ân nerededir?” Dedi ki: “Ateştedir”, bunun üzrine Hz. Aişe üzüldü ve üzüntüsü artı, Rasûlullah (s.a.v) bunu görünce, şöyle dedi: “Ya Aişe bunda seni üzen nedir”, dedi ki: “Annem babam sana feda olsun ya Rasûlullah, o ikramda bulunur ve akrabalarına yakınlık gösterirdi,” Rasûlullah (s.a.v) şöyle dedi: “O saydıklarından dolayı onun azabı hafifletilecektir.”

“Peygamber (s.a.v)

“İyilik yapan her Müslüman ve kafirin mükafatını Allah Teâlâ ya bu dünyada verir ya da onun için ahirette bırakır.” Biz dedik ki: “Kafire dünyada yaptıkları iyiliklerin faydası olur mu?” Dedi ki:

“Eğer akrabaya iyilik yapmış, sadaka vermiş veya güzel bir harekette bulunmuşsa, Allah Teâlâ ona dünyada çocuklar, sıhhat vb şeyler ihsan eder”

Ayetlerde şöyle denilmektedir: “Eğer size yasaklanan büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi ağırlanacağınız bir yere sokarız. ” (en-Nisâ, 4/31)

“Büyük günahlardan ve çirkin işlerden kaçınırlar, kızdıkları zaman onlar, affederler.”

Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Abdullah b. Mes’ud anlatıyor: Rasûlullah’a “Allah indinde en büyük günah nedir?” dedim. “Seni yaratan Allah’a Şirk koşmandır.” buyurdu.

“Bu gerçekten pek büyük, bundan sonra nedir?” dedim. “Seninle beraber yemek yemesinden, tüketici olmasından korkarak evlâdını öldürmendir. ” dedi. “Ondan sonra nedir?” dedim. “Ondan sonra komşunun hanımı ile zina etmendir” buyurdu.

Yine Abdullah b. Mesud’dan değişik bir senetle aynı hadis rivayet edildikten sonra şu ayetin nazil olduğu ilâve edilmiştir.

“Allah’ın (halis) kulları o kimselerdir ki, Allah’tan başka ilâha dua etmezler; Allah’ın haram kıldığı nefsi öldürmezler; meğer ki hakla ola. Zina da etmezler. Her kim de bunları yaparsa ağır cezaya çarptırılır. ” (el-Furkan, 25/68).

Bir hadiste: “Yedi helâk edici Şeyden kaçının.” Bunlar nedir yâ Rasûlallah diye sorulunca: “Allah’a şirk koşmak; sihir yapmak; Allah’ın haram kıldığı halde bir kimseyi haksız yere öldürmek; yetim malı yemek; faiz yemek; düşmana hücum anında harpten kaçmak: namuslu, kendi halinde mümin kadınlara zina iftirası atmaktır” buyurdular. Diğer bir hadiste ise: “Büyük günahlar dokuzdur: Allah’a şirk koşmak; haksız yere adam öldürmek; temiz bir kadına kötülük isnat etmek; zina yapmak; düşmana hücum esnasında firar etmek; sihirbazlık; yetim malı yemek; müslüman ana babaya asî olmak; emredilenleri yapmamak ve yasakları yapmak sûretiyle aileye karşı doğruluğu terketmektir. ” Diğer hadislerde yukardaki maddelere faiz yemek, hırsızlık ve şarap içmek de ilâve edilmiştir. (Buhârî, Vasâya 23; Müslim, İman 141-146; Ebû Davûd, Vasâya 10)

Bildirilen fiillerin dışında İslâm âlimlerince, ayet ve hadisler doğrultusunda, büyük günah kabul edilmiştir: Bilerek ve kasten İslâm’ın şartlarını terketmek; içki içmek; kumar oynamak; hırsızlık yapmak; adaletten ayrılmak gibi. Cumhûr-ı ulemaya göre; günahlar büyük ve küçük olmak üzere ikiye ayrılır. Beş vakit namaz, Ramazan orucu, hac, umre, abdest gibi hayırlı amellerin kendilerine keffaret olabileceği günahlar “küçük günah”; bu tür ibadetlerin keffâret olamadığı günahlar ise “büyük günah”lardır. Mesela: “İki umre, aralarında yapılan günahlara keffarettir. (Ahmed İbn Hanbel, II, 461). “Kabul edilmiş bir hac, o yıl ki hatalara keffarettir. ” (Ahmed İbn Hanbel, II, 348), “Şehidden akan ilk damla kan, onun bütün günahları için keffarettir.” (Ahmed İbn Hanbel, IV, 300), “Allah, cuma’yı kılanın iki cuma arasındaki günahlarını örter.” (Ahmed İbn Hanbel, V, 181).Hadislerde, başka ibadetlerin kendilerine keffaret olduğu bildirilen cinsten günahlar küçük günahtır. Ancak herhangi bir ibadetin, kendisi hakkında keffaret kabul edilmediği günahlar ise büyük günahlardır. Meselâ: hiç bir ibadet adam öldürmeye, zina yapmaya, içki içmeye ve benzeri günahlara keffaret olarak kabul edilmez; bunlara ancak Şerîat’ın, haklarında takdir ettiği cezalar tatbik edilir.

Hz. Ömer’le İbn Abbas (r.a.) “İstiğfarla büyük günah, ısrarla da küçük günah kalmaz” demişlerdir. Yani (Şerîat’in verdiği cezalar tatbik edildikten sonra)istiğfarla büyük günahlar affedilir. Fakat küçük günahlar ısrarla işlenmeye devam edilirse, onlar da büyük günah olur. Bu ifadelere göre büyük günahlara sayısal açıdan sınır koymak mümkün olmaz.

Büyük günah mümini imandan çıkarmaz ve onu küfre sokmaz. Ancak böyle bir mümin asi sayılır. Ameller imandan bir cüz (parça) değildir. Ancak işlenen günahı helâl saymak, onu hafife ve alaya almak, kesinlikle küfürdür.

İman, kalp ile tasdiktir. Mümin’in imandan çıkması için kalbindeki tasdikin değişmesi gerekir. Hangi beşerî zaaflardan kaynaklanırsa kaynaklansın, işlenen büyük günahlar, tasdiki değiştirecek mahiyette olmadığı sürece işleyenini imandan çıkarmaz. Kalpteki tasdiki değiştirme ise ancak yapılan günahı helâl sayarak veya o hükmü alaya alarak meydana gelir. Şer’i hükümlerle alay etmedikçe, hafife almadıkça ve helâlleri haram, haramları da helâl kabul etmedikçe; kalpteki tasdik değişmemiş olur. O değişmedikçe de kâfir olunmaz.

“Allah, kendisine şirk koşulmasını affetmez. Bunun dışındaki (günahları) dilediğine affeder. ” (en-Nisa, 4/116) ayeti, ancak şirkin affedilmeyeceğini, diğer günahların ise -eğer Allah dilerse- affedebileceğini ifade etmektedir. Eğer büyük günahlar da küfür kabul edilseydi, ayetin ikinci bölümünde “ma dûne zâlik = bunun dışındakiler..” ifadesinin kullanılmasına gerek kalmazdı.

“Asi” denilen büyük günah sahiplerinin gerçekte mümin olduklarını belirten bir çok ayet vardır:

“Ey iman edenler, şarap, kumar, dikili taşlar, şans okları, şeytan işi pisliklerdir. “(el-Mâide, 5/90)

“Eğer müminlerden iki zümre birbirleriyle savaşırlarsa.. ” (el-Hucurât, 49/9)

“Ey iman edenler, yürekten, hâlis (samimi= nasuh) bir tevbe ile tövbe ederek Allah’a dönün. ” (et-Tahrim, 66/8) “Ey iman edenler, öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. ” (el-Bakara, 2/178) Ayetlerde görüldüğü gibi büyük günah işleyenlere “Ey inananlar” diye hitap edilmiştir.

Mümin bir kimse öldüğü zaman cenaze namazı kılınır ve müslüman kabristanına defnedilir. Asr-ı saadetten bugüne kadar büyük günah işlemiş ve tövbe etmemiş olsa bile (gizli halleri Allah’a ait olmak üzere), ölen her müslüman için, günahkâr veya günahsız ayrımı yapılmaksızın cenaze namazı kılınmış ve Müslüman kabristanına defnedilmiştir. Peygamber’in tatbikatı böyle olmuştur ve İslâm âlimleri bu konuda icmâ etmişlerdir.

“Kendisine emanet edilemeyen kimsenin imanı yoktur. “Zina eden kimse, mümin iken zina etmez, mümin iken hırsızlık yapmaz, mümin iken içki içmez… ” (Buhârî, Mezalim 30; Müslim, İman 100,104; Ebû Davûd, Sünnet, 15; Tirmizî İman, 11). Şeklinde varid olan hadisler, büyük günah işleyenlerin kâfir olduklarına delil değil; ancak imanlarının kâmil olmadığına delildir. Kâmil bir iman, büyük günahların işlenmesine engeldir.

İslâm’da büyük günahlar olarak kabul edilen ve bunlardan bir kısmına İslâm hukukuna göre bazı cezalar takdir edilen aşağıdaki ayetlerde:” Allah’a şirk koşmak, içki içmek, kumar oynamak ” (el-Bakara, 2/219); haram aylarda harb etmek (el-Bakara, 2/217); bakmakla yükümlü olduğu yetimin malını kendi malına katarak O’nun rızası olmaksızın yemek, fakirlik korkusuyla kendi çocuğunu öldürmek (İsra, 17/31); insanlar arasında fitne çıkarmak, faiz yemek (el-Bakara, 2/275);Allah’tan başkasına ibadet etmek (İsra,17/23); ana-babaya isyan etmek, malı gereksiz yere israf etmek ,zina yapmak ,haksız yere adam öldürmek (İsra, 17/33); ölçü ve tartıyı tam yapmamak (İsra, 17/35); kibirlenmek iffetli kadına zina isnat etmek, tesettüre riayet etmemek (yalan yere yemin; Peygamber’e (s.a.s.) yalan hadis uydurmak (Peygamber’e yalan yere hadis uydurmak, büyük günah olmanın ötesinde, küfür sayılabilir. Çünkü şerîatın temel kaynaklarından ikincisi “sünnettir”. Sünnete yalan isnat etmek; bazı konularda İslâm’ı temelinden yıkabilir); insanları diliyle çekiştirmek; kaş göz hareketleriyle alay etmek (Hümeze, 104/1 ) Keskin dilleriyle (eleştirip incilterek) karşılaşırlar. İşte onlar iman etmemişlerdir; böylece Allah onların yapmakta olduklarını boşa çıkarmıştır. Bu ise Allah’a göre pek kolaydır.(Ahzap 33/19))

Hâris İbnu Süveyd anlatıyor: “Abdullah İbnu Mes’ud (radıyAllahu anh) bize iki hadis rivayet etti.

Bunlardan biri Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’ dendi, diğeri de kendisinden. Dedi ki: “Mü’ min günahını şöyle görür: “O, sanki üzerine her an düşme tehlikesi olan bir dağın dibinde oturmaktadır. Dağ düşer mi diye korkar durur. Fâcir ise, günahı burnunun üzerinden geçen bir sinek gibi görür” İbnu Mes’ud bunu söyledikten sonra eliyle, şöyle diyerek, burnundan sinek kovalar gibi yapmıştır.

Sonra dedi ki: “Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın şöyle söylediğini duydum: “Allah, mü’min kulunun tevbesinden, tıpkı şu kimse gibi sevinir: “Bir adam hiç bitki bulunmayan, ıssız, tehlikeli bir çölde, beraberinde yiyeceğini ve içeceğini üzerine yüklemiş olduğu bineği ile birlikte seyahat etmektedir. Bir ara (yorgunluktan) başını yere koyup uyur. Uyandığı zaman görür ki, hayvanı başını alıp gitmiştir. Her tarafta arar ve fakat bulamaz. Sonunda aç, susuz, yorgun ve bitap düşüp: “Hayvanımın kaybolduğu yere dönüp orada ölünceye kadar uyuyayım” der. Gelip ölüm uykusuna yatmak üzere kolunun üzerine başını koyup uzanır. Derken bir ara uyanır. Bir de ne görsün! Başı ucunda hayvanı durmaktadır, üzerinde de yiyecek ve içecekleri. İşte Allah’ın, mü’min kulunun tevbesinden duyduğu sevinç, kaybolan bineğine azığıyla birlikte kavuşan bu adamın sevincinden fazladır.”

Ey Allah’ım, sen benim kulumsun, ben de senin Rabbinim.”) dedi.

Selam ve duayla…

 

CEVAP VER