Hayatta kimi zaman tek başımıza başa çıkamayacağımız durumlar olabilir ve yardım da istememiz gerekir. Günümüzde insanlar içinden çıkılamayan, yanıtı bulunamayan durumlarda yaşadıkları zor süreçleri profesyonel destek alarak, yani psikoloğa giderek atlatabiliyorlar. Kendi alanında uzman bir Klinik Psikolog olan Perran Söğütlü, Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) Perspektifiyle Mutluluk, Sevgi ve Pozitif Düşünce üzerine ankaranethaber.com muhabirine açıklamalarda bulundu.
MUTLULUK
İçinde bulunduğumuz dönemde insanların büyük bir sıkışmışlık içinde olduklarını gözlemlediğini belirten, özellikle mutluluk ve sevgi kavramlarıyla ilgili ciddi anlamda sorunlar yaşandığını söyleyen Söğütlü, “Ben buna ‘mutluluk faşizmi’ veya ‘mutluluk diktatörlüğü’ diyorum; sanki insanların mutsuz olmaya hiç hakları yokmuş gibi bir algı oluşturuluyor.
Oysa hepimizin kişisel tarihine bakacak olursak—hayatınızı bir kitap gibi düşünün—mutluluk dediğimiz anlar, bu kitapta çok az bir yer kaplar. Geri kalan sayfalar sıradan olaylar, mutsuzluklar ve başarısızlıklarla doludur. Ancak günümüzde sanki herkesin sürekli mutlu olması gerekiyormuş gibi bir beklenti var. Hatta mutsuzluk olasılık dâhilinde bile olmamalıymış gibi bir anlayış hâkim. Hal böyle olunca, insanlar mutlu olamadıkları için suçluluk duyuyor, başarılı olamadıkları için kendilerini yetersiz hissediyorlar.
İnsanlar mutsuz olduklarını açıkça ifade etmekte zorlanıyorlar. Dış baskı arttıkça, iç dünyalarında yetersizlik duygusu da artıyor. Kendi içine kapanan bireylerin kaygıları büyüyor ve mutsuzluğun peşinde sürükleniyorlar. Oysa insan sadece başarısız olduğu için mutsuz olmaz. Mutsuzluk, çok genel ve uzun vadeli bir duygudur, 20 yıllık bir süreç bile olabilir. Hayatta mutlu olduğumuz anlar vardır ama her an mutlu olmak mümkün değildir.
Öyle bir noktaya gelindi ki, insanlar hayatlarındaki her şeyi kendilerine tahsis etmek istiyorlar. Başarıyı da, güzelliği de, mutluluğu da tamamen kendilerinin eseri olarak görmek istiyorlar. Ancak bekledikleri verimi alamadıklarında yine mutsuz hissediyorlar. Bu da gösteriyor ki, başarılı olmak mutlu olmak için yeterli bir ön koşul değildir. Mutluluğun peşinden koşarken hayatı kaçırdıklarını fark edenler, sonunda mutsuzluk rüzgârına kapılıp gidiyorlar.
Alman psikolog Wilhelm Schmid’in çok güzel bir sözü var:
“Bir gün eve geldiğinizde, ‘Bugün çok kötü geçti’ diyorsanız çok şanslısınız. Ne güzel, hayatınızda sadece bir gün kötü geçmiş. Ama genel olarak hayatınızın kötü geçtiğini düşünüyorsanız, işte bu çok kötü bir şeydir.”
Hayatın doğal akışında inişler ve çıkışlar vardır. İnsanlar bazen kötü günler geçirebilir, ancak genel duygu durumları sürekli kötüyse burada bir sıkıntı var demektir. Ne yazık ki günümüz insanı, sürekli bir sıkışmışlık içinde ve bu duygudan kaçacak bir yol arıyor.
Dikkat ederseniz, herkes olumlu tesadüflerin peşinde. Oysa hayatta olumsuz tesadüfler de vardır, değil mi? Ancak insanlar bunun farkına bile varmıyorlar. Bu yüzden olumsuz bir şeyle karşılaştıklarında büyük bir yıkım yaşıyorlar. Oysa insanı asıl geliştiren şey, hayatın olumsuz tarafıdır.
İnsan, hayatın içinde sabırla kaldığı, çıkmak istediği ama çıkamadığı zor dönemlerde büyür, gelişir ve dönüşür. Geriye dönüp baktığında, en çok gurur duyduğu anlar genellikle bu zorlu süreçlerin sonunda yaşanır. Ancak günümüz insanı, mutluluk illüzyonunun peşine düşmüş durumda. Mutsuzluğa alan bırakmadıkları için mutluluk konusunda takıntılı hale geliyorlar.” dedi.
SEVGİ
“Günümüzde insanlar sevginin ne olduğunu unutmuş durumda.” diyen Perran Söğütlü, sevginin artık sadece dış görünüşle, statüyle veya maddiyatla ilişkilendirildiğini belirterek, “Erkekler için kariyer, yakışıklılık, para ve güç ön plandayken, kadınlar için güzellik, zarafet ve genç görünmek öncelikli hale gelmiş durumda. Oysa bunlar gelip geçici şeylerdir.
İnsanlar aşkın uzun soluklu olduğuna inanıyorlar. Ancak aşk da zamanla değişen, dönüşen bir duygudur. Aşkın bitmesiyle hayal kırıklığı yaşayan insanlar, kendilerini sevgide de başarısız hissetmeye başlıyorlar. Oysa sevgi böyle bir şey değildir. Sevgi; disiplin, saygı, sorumluluk, emek ve çaba gerektirir.
Günümüz insanı sadece görünenin peşinde; görünmeyene, manaya değer vermiyor. Sevgiye emek vermeyince de kimse kimseyi gerçekten sevemez hale geliyor. Oysa birini sevebilmek için ona emek vermek gerekir. Emek vermediğiniz bir şeye saygı duyamazsınız. Birini sevebilmek için önce onu anlamanız, ona ilgi göstermeniz gerekir. Gerçek sevgi, ancak derinleşerek oluşur.
Günümüz ilişkilerinde en büyük sorun, herkesin sadece “sevilmek” istemesi ama kimsenin “ben seveyim” dememesi. İnsanlar, bir başkasının ilgisini çekmeye çalışıyor ama gerçek anlamda birine sevgi vermek için çaba göstermiyorlar.
İlişkilerde artık sorun çözme isteği de azalmış durumda. En küçük problemler bile “Olmadı, ayrılalım” diyerek sona eriyor. Kimse birbirine gerçekten yakınlaşmak, derinleşmek istemiyor. Sonuç olarak ortalık “ıssız adamlar” ve “ıssız kadınlarla” doldu.
Gerçek sevgi, sadece birine bağlanmak demek değildir. Toplumu, doğayı, insanlığı sevmek de sevginin bir parçasıdır. Sevgi bir tutumdur.” ifadelerini kullandı.
POZİTİF DÜŞÜNCE VE BİLİŞSEL DAVRANIŞÇI TERAPİ (BDT)
Mutluluk kavramı gibi, pozitif düşünce anlayışının da günümüzde yanlış anlaşılan ve abartılan bir kavram haline geldiğini dile getiren Söğütlü, “Pozitif düşünmek, her şeyi iyi görmek demek değildir. Bir insan ekonomik sıkıntı yaşarken veya bir yakınını kaybettiğinde ona “Pozitif düşün” diyemezsiniz. Yas sürecini yaşaması gerekir. Aksi halde duygusal sistemine zarar vermiş olursunuz.
Pozitif düşünmeye aşırı vurgu yapmak, insanları suçluluk duygusuna itiyor. “Pozitif düşünemiyorum” diyerek kendilerini yetersiz hissediyorlar. Oysa insan zihni böyle çalışmaz. Negatif düşünmeyi engellemeye çalışmak, tıpkı “Kırmızı fili düşünme” dediğinizde akla kırmızı filin gelmesi gibidir.
Bu noktada Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) gibi bilimsel yöntemler devreye girer. BDT, bireyin olumsuz düşünce kalıplarını fark etmesini ve bunları daha sağlıklı düşüncelerle değiştirmesini amaçlayan bir psikoterapi yöntemidir.
Negatif düşünmeyi engellemeye çalışmak, doğrudan “negatif düşünme” demekle mümkün olmaz. Çünkü bireyin zihninde yerleşmiş olumsuz düşünce kalıpları, yaşadığı deneyimlerin ve inanç sisteminin bir sonucudur. Bu düşünce kalıplarını değiştirmek, yalnızca pozitif düşünmeyi telkin ederek değil, iyi yapılandırılmış bilişsel terapi programları ile mümkündür. En yaygın ve etkili psikoterapi yöntemlerinden biri olan Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) bu noktada devreye girer. Yani, “Sen pozitif düşün” demek bir çözüm değildir; bilimsel düşünmek ve bunun için bilimsel bir program uygulamak gerekir.
BDT’nin temel prensiplerinden biri, olaylara yüklediğimiz anlamın, duygularımızı ve davranışlarımızı şekillendirdiğidir. Örneğin, bir başarısızlığı “Ben hiçbir zaman başarılı olamayacağım” şeklinde genelleyerek yorumlamak, kişinin motivasyonunu düşüren olumsuz bir düşünce kalıbıdır. Oysa BDT ile bu düşünceyi “Bu sefer olmadı ama deneyerek öğrenebilirim” şeklinde yeniden çerçevelemek mümkündür. Bu süreç, kişinin daha sağlıklı ve esnek düşünmesine yardımcı olur, böylece duygusal dayanıklılığı da güçlenir.
Günümüz insanı zaten yeterince sıkışmış ve kaygılı haldeyken, sosyal medyada yayılan yanlış bilgilerin de etkisiyle daha büyük bir çıkmaz içine giriyor. Bu yüzden neyi, kimi dinlediğinize dikkat edin.
Sonuç olarak:
✅ Mutluluk, hayatın her anında sürekli olması gereken bir şey değildir; inişler ve çıkışlar hayatın doğal bir parçasıdır.
✅ Gerçek sevgi, sadece hissetmekle değil, emek ve çaba göstermekle mümkündür. Sevgi, zamanla derinleşen ve anlam kazanan bir süreçtir.
✅ Pozitif düşünce, her durumda her şeyi iyi görmek değil, olaylara gerçekçi ve bilinçli yaklaşmaktır. Zor duyguları inkâr etmek yerine onları anlamak ve sağlıklı bir şekilde yönetmek önemlidir.
✅ Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) perspektifinden bakıldığında, mutluluk ve pozitif düşünce, sadece bir telkin meselesi değil, düşünce kalıplarımızı fark edip dönüştürme sürecidir. Olumsuz düşüncelerle başa çıkmak ve daha sağlıklı bir bakış açısı geliştirmek, iyi yapılandırılmış bir bilişsel süreç gerektirir. Gerçek değişim, farkındalık ve bilinçli düşünme ile mümkündür.
Bu üç kavramı doğru anladığımızda, kendimizi daha sağlıklı bir ruh haline ulaştırabiliriz.” şeklinde konuştu. (kaynak:ankaranethaber.com)