MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “Cumhur İttifakının gayesi; yeni sistemin ilke ve kurumlarıyla olgunlaşıp, kökleşmesini temin etmek, bunun yanında siyasetteki katılıkları yumuşatarak, kutuplaşmaları törpülemektir.” dedi.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin TBMM Grup Toplantısı’nda yaptığı konuşmada, “İçinde yaşadığımız toplumda farklı çıkarları, farklı şartları paylaşmaktan, bunlardan kaynaklanan sorunlara maruz kalmaktan doğan görüşler, düşünceler ve çözüm önerileri vardır. Olması da son derece tabi ve gereklidir. Muhkem bir demokrasi kültürü bu yolla vasat bulacaktır.” diye konuştu.
Demokrasinin var olabilmesi, işlevsellik kazanabilmesi, hak ettiği itibara kavuşabilmesinin sözle değil, öz ve içerik açısından benimsenmesiyle mümkün olduğunu kaydeden Bahçeli, bunun vasıtasının da sosyal ve siyasal yapıda düşünce açısından doğal görülen farklılıklara saygı duyularak, meşruiyet ve hukuk alanı içinde kalmak kaydıyla serbestçe ifade edilebilmesi olduğunu söyledi.
Nükseden bunalımların kökeninde sağlıklı bir iktidar-muhalefet ilişkilerinin kurumsallaşmamasının yattığını dile getiren Bahçeli, “Böylesi bir ortamın yokluğu, bir yandan siyasi sistemin çözüm ve değer üretme kabiliyetini ortadan kaldırırken öte yandan meşruluk ve çoğulculuk tartışmalarını da ister istemez beraberinde getirmektedir.” ifadelerini kullandı.
Ülkedeki demokratik uzlaşma kültüründen mahrumiyetin, hedeflenen siyasi istikrarın tesisi yönünde ciddi bir engel olduğunu ifade eden Bahçeli, MHP’nin, uzlaşma kültürünün eksikliğine vurgu yaptığını ve işbirliği yapıcı muhalefet ve yol gösteren eleştiriler ile yeni bir siyaset anlayışının yerleşmesine ön ayak olduğunu anlattı.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile yeni bir sayfa açıldığını, siyasi ve ahlaki uzlaşmanın güzelliklerle dolu mecrasına geçildiğini belirten Bahçeli, “Cumhur İttifakının gayesi; yeni sistemin ilke ve kurumlarıyla olgunlaşıp, kökleşmesini temin etmek, bunun yanında siyasetteki katılıkları yumuşatarak, kutuplaşmaları törpülemektir. MHP, özellikle uzlaşma kültürüne sahip olmayan, kendinde güç vahmetmeye başlayan siyasi partilerin toplumsal huzursuzluğu derinleştirdiğine inanmaktadır. Türk siyasetinin aştığı zorlu merhaleler dikkate alındığında bu eğilim siyasal anlamda bir geriye kıvrılıştan başka bir anlam taşımayacaktır.” değerlendirmesinde bulundu.
Demokrasi ve siyasi etik tartışmalarının sürekli gündemdeki sıcaklığını koruduğunu kaydeden Bahçeli, demokrasinin yaşayıp gelişebileceği manevi iklimin vazgeçilmez ihtiyaçlarının temiz ve namuslu siyasetin ahlaki temelleri ile demokratik meşruiyetin icapları gibi ana sorunların bu tartışmaların merkezinde yer aldığını belirtti.
Türk demokrasinin güçlü temellere kavuşmasında önemli mesafeler katedildiğini anlatan Bahçeli şunları kaydetti:
“Mühürlü kalpler görmese de Türkiye’nin bahtı açık, milli birlik ve dayanışma ruhu düne nazaran daha da sağlamdır. Amacı ülkeye ve millete hizmet olan siyasetin ahlaki değerlerle bezenmesi bize göre bir mecburiyettir. Siyasetin ikbal aracı olarak görülmesi ve demokratik rekabete dayalı hizmet yarışı olan seçimlerin menfaat ve ihtiras yarışına dönüştürülmesi namuslu siyaset anlayışıyla örtüşmeyecektir. Bu tehlikeyi herkesin idrak etmesi ve ahlaki sınırlarda kalması zaruridir. Vatandaşlarımızın aldatılması, umut tacirliğinin kamçılanması, yalanın egemenlik kurması, halk dalkavukluğunun öne çıkması ve demagojinin geçer akçe görülmesi, açıkça millet iradesine fesat karıştırmaktır. Bunun adı da işin özünde milli irade gaspıdır. Nihayetinde milli iradeyi gasbetmek için hezeyandan hezeyana koşan palavracı siyaset meddahlarının hala varlığı, ahlaki temele yaslanan dürüst ve namuslu siyaset anlayışının yeterince kök salamadığına da işarettir.”
Bahçeli, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, nüfusun yüzde 54’ünün CHP’li belediyeler tarafından yönetildiğini muhataralı bir dille vurgulamasının “potansiyel bir ayrımcılığın, hatta devlet içinde başka bir devlet varmış gibi değerlendirme yapmanın diğer bir şekli” olduğunu ifade etti.
“Kılıçdaroğlu’nun ağzındaki bakla zehirlidir. Belediye yönetimleri millete hizmetin ilk halkasıdır.” diyen Bahçeli, Kılıçdaroğlu’nun, 11 Mart 2020’den 14 Haziran 2021’e kadar 4 milyon 550 bin haneye ayni yardım, 1 milyon 465 bin haneye nakdi yardım yaptıklarını, 1 milyon 200 bin hanenin borcu olmasına rağmen suyunu kesmediklerini, 150 milyondan fazla da maske ve dezenfektan dağıttıklarını duyurduğunu aktardı.
Bahçeli, “Allah devletimize ve milletimize zeval vermesin. Dilerim ki azımız çok, eksiğimiz yok olsun. Kılıçdaroğlu bildiğimiz kadarıyla hazine bulmadı, mirasa konmadı, kendi adına darphane kurmadı, ortaya çıkan faturayı da cebinden ödemedi. İhtiyaç sahibi vatandaşlarımıza ne yapıldıysa, ne verildiyse, helali hoş olsun, devletimizin bütçe imkanlarıyla, milletimizden toplanan vergilerle muhtaçlara ulaşıldı, yardım bekleyenlerin elinden tutuldu.” değerlendirmesinde bulundu.
“Hiç sorun yok; her şey güllük gülistanlık; bir elimiz yağda diğeri balda” demediklerini dile getiren Bahçeli, “Fakat CHP yönetiminin anlattığı gibi kötümser bir Türkiye tablosu kesinlikle söz konusu değildir.” diye konuştu.
Askıda ekmek kampanyalarını tenkit edenlerin “askıda fatura uygulamasına geçtiklerini” belirten Bahçeli, “Olsun, yapanı alkışlarız, bir mağduriyetin dahi giderilmesinden memnuniyet duyarız. Ancak devletin kasası, milletin kesesi üzerinde de hiç kimsenin istismar düzeneği kurmasına göz yummayız.” dedi.
Bahçeli, Kılıçdaroğlu’nun, beş CHP’li belediyenin 13 bin 338 sanatçıya yardım yaptığını söylediğini de anımsatarak, “Bu sanatçılar kimlerdir? Sanatçı kisvesine bürünmüş bölücülere, Türkiye muhaliflerine belediye imkanları peşkeş çekilmiş midir? Kılıçdaroğlu’nun dost kataloğunda isimleri yazılı mıdır?” sorusunu yöneltti.
“Bu dost edebiyatının da iyice suyu çıkmıştır.” ifadesini kullanan Bahçeli, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Kılıçdaroğlu’nun birlikte iktidar olmayı hedeflediği dostları arasında PKK’nın, FETÖ’nün, DHKP-C’nin, dış güçlerin, Türk düşmanlarının sıralamadaki yeri neresidir? Demokrasilerde iktidara dostlarla değil milletle ulaşılır. Bugün dost olanın yarın düşman olmayacağı garanti değildir. Dostuna güvenen şartlar değiştiğinde postuna dolacak samanı da öngörmelidir. Acaba terörist Demirtaş, Kılıçdaroğlu’nun dostu mudur? Terörist Karayılan, Kılıçdaroğlu’nun dost kategorisinde midir? Mesela Muharrem İnce de hala dost mu görülmektedir?
Eski çamlardan bardak olmayacağına göre, Kılıçdaroğlu’na tavsiyem akşamları video çekip paylaşmak yerine merhum Zeki Müren’in ‘eski dostlar’ isimli şarkısını dinleyerek kendisini avutmasıdır. Biz de zillete düşenleri, Kılıçdaroğlu’nu ve sabıkalı dostlarını çok iyi biliriz. Varsın onlar ne idiği belirsiz dostlarıyla kucaklaşsın dursun, biz milletle kucaklaşacağız. Haini dost görenlere, teröriste dost muamelesi yapanlara, millete değil lekeli dostlarına güvenenlere, çıkar ortaklığına dostluk diyenlere, zalimleri dost kabul edenlere, bıyık altından gülüp dostlarıyla film çevirenlere, köprüyü geçerken dost tutanlara itibarımız yoktur, inancımız yoktur, ihtiramımız yoktur, eyvallahımız hiç yoktur. Bizim doymaz kursaklı dostlarımız değil, mensubiyetiyle iftihar ettiğimiz büyük bir milletimiz vardır. Ne yapacaksak milletimizle birlikte yapacağız, nereye ulaşacaksak milletimizle gönül gönüle ulaşacağız. Kılıçdaroğlu dost desin kıvransın, biz ‘millet’ diyeceğiz, ‘Türkiye’ diyeceğiz, Türklüğün onurunu yaşatacağız. Onlar dostlarıyla ‘iktidar olacağız’ ezberine takılsalar ne yazar, biz cumhurun muhteşem iradesiyle Türkiye’yi geleceğin süper gücü yapacağız.
‘Erken seçimi, daha çok biz iktidara gelmek için değil, bu millet beladan kurtulsun diye istiyoruz’ diyen Kılıçdaroğlu, belanın iptiladan, iptilanın da müpteladan geldiğini unutmasın, Türk milletinin rotasından şaşmayacağını, yanlışa düşmeyeceğini, dost diye düşmana ganimet olmayacağını, zilletle pekişmiş kafasına iyice soksun.”
Bahçeli, PKK’nın silahlı saldırı konusunda kışkırtılıp tembihlenirken, HDP’nin silahsız bölücülüğün maşası olarak görevlendirildiğini belirtti.
Otu çekip köküne bakıldığında HDP’nin PKK’dan, PKK’nın HDP’den hiçbir farkı olmadığı gerçeğinin gün gibi ortaya çıkacağını dile getiren Bahçeli, Anayasa Mahkemesinin, HDP’nin kapatılması istemiyle açılan davanın ikincisini inceleyerek kabul etmesinin hayırlı bir gelişme, adaletin tecellisi açısından ümit verici bir teselli olduğunu söyledi.
Bahçeli, “Eğer hukuk varsa, eğer adalet hakimse, eğer Türkiye tarihi haklarından ve milli bekasını savunmaktan vazgeçmemişse terörizmin siyaset ayağı hiçbir ad altında açılmamak üzere kapatılmalıdır.” dedi.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğu’nun elini vicdanına koyarak kimin yanında olduğunu söylemesini isteyen Bahçeli, “Bölücülüğü, terörü ve şiddeti mi destekliyor? Yoksa Türkiye’nin ve şühedanın safında mı duruyor? Bu meselenin arası ortası, kıyısı köşesi, şurası burası yoktur.” diye konuştu.
Kılıçdaroğlu’nun demokrasilerde parti kapatmanın yanlış olduğunu söylediğini anımsatan Bahçeli, “Kuşkusuz halt ediyor. HDP’yi savunuyor, bölücülüğün avukatlığına utanmadan soyunuyor. O dediği meşruiyet ve hukuk sınırları içinde faaliyet gösteren partiler için geçerlidir, HDP bunun dışındadır ve zaten parti marti de değildir.” değerlendirmesinde bulundu.
HDP’nin, pek çok vahim özelliğinin yanında Türk demokrasisine biçilmiş kefen, doğrultulmuş silah, tuzaklanmış patlayıcı, döşenmiş mayın olduğunu ve HDP kapatılması gerektiğini belirten Bahçeli, “Bu örgütün bölücü yöneticileri hakkında hukuk ve adalet tesirini mutlak surette göstermelidir.” ifadesini kullandı.
TÜSİAD Başkanı’nın kulağına üflenen yalan yanlış bilgilerle hükümet, ekonomi, hukuk ve demokrasi konularındaki eleştirilerini sıraladığını ifade eden Bahçeli, “Bize göre zamanlama ilginçtir. TÜSİAD, son dönemlerde hukuk devletiyle hiçbir şekilde bağdaşmayacak karanlık ve karmaşık ilişki ağlarından muzdarip olduğunu ileri sürmüştür. Türkiye bir hukuk devletidir, hukukun üstünlüğü de egemendir. TÜSİAD’ın dış tazyiklere, dış telkinlere değil, milletimizin gerçeklerine, milli güvenliğimizin haysiyetine saygı ve riayeti paradan daha önemli olan bir şeref meselesidir.” değerlendirmesini yaptı.
HDP’nin hukuk konusu olduğu bir dönemde, İzmir HDP il binasına yapılan hunhar saldırının ve suikastın elbette şiddetli bir provokasyon, alçak bir komplo olarak değerlendirilmesi gerektiğini dile getiren Bahçeli, “Saldırganın ifade tutanağı uyanık bir şuurla analiz edildiğinde, meczup olmadığı, tek başına hareket etmediği, bilinçli bir eylem içinde eyleme geçtiği hemen fark edilecektir. Lütfen dikkat buyurunuz, öyle bir gün seçilmiştir ki, binada tek bir HDP’li yönetici yoktur, hatta planlı bir toplantı da iptal edilmiştir. Tıpkı Ankara Gar patlamasında, tıpkı Suruç katliamında olduğu gibi, HDP’liler araziye uymuşlar, birden bire kayıplara karışmışlardır. Olayın vuku bulduğu gün, ne hikmetse, çay servisi yapan asıl şahsın yerine yardım amacıyla kızı binaya gelmiştir.” dedi.
Cinayete kurban giden Deniz Poyraz’ın masada yarım bıraktığı kağıt bardaktan içtiği çay ile yediği domates ve zeytinin, kısa süre içinde Türkiye aleyhtarlarının propaganda görseli olarak kullanıldığını ifade eden Bahçeli, “Katilin ise bozkurt işareti yapan ve silah tutan halini resmeden fotoğrafları sanki bir yerlerde hazırda bekletiliyormuş gibi anında servis edilmiştir. Yani bir taşla daldaki birden fazla kuşun vurulması hedeflenmiştir.” görüşünü dile getirdi.
“Bu katil gerçekte kimdir? HTS kayıtları çıkarılmış mıdır? Bağ ve bağlantıları kimleri ve nereleri işaret etmektedir? Provokasyonun içinde derin PKK’nın, yabancı istihbarat örgütlerinin, kiralık taşeronların parmağı var mıdır?” sorularını yönelten Devlet Bahçeli, “HDP’yi masumlaştırıp partimizi, Cumhur İttifakı’nı ve Türk devletini suçlamak üzerine bina edilen bu cinayetin önü arkası, sağı solu, altı üstü sonuna kadar araştırılmalıdır. Kim ne biliyorsa, kimin elinde ne belge, ne bilgi varsa emniyet güçlerine ve adli makamlara teslim etmek durumundadır.” diye konuştu.
Bahçeli, CHP, HDP, İP, Halk TV, yazı ve haberleriyle tahrik kampanyasının medya ayağını teşkil eden kiralık yazar ve gazetecilerin hem soruşturma hem de kovuşturma süreçlerine alacakları özel bir izinle müdahil olarak olayın iç yüzünün aydınlığa kavuşmasına cesaretleri varsa hizmet etmeleri gerektiğini söyledi.
Bahçeli, “Biz bu cinayeti reddediyoruz. Katilin ve işbirlikçilerinin en ağır cezaya çarptırılmasını istiyoruz.” dedi.
Kemal Kılıçdaroğlu, “Deniz’i öldürdüler, istiyorlar ki, bu ülkede hiçbir genç mutlu olmasın” sözlerini neye dayanarak, hangi delile güvenerek söyleyebildiğini soran Bahçeli, “Bu olayın sonucunda, Türkiye’yi haydut devlet durumuna düşürmek isteyenler olduğunu açıklayan Kılıçdaroğlu, ne dediğinin şuurunda mıdır? Aklı başında mıdır? Haydut devlet nedir? Uluslararası hukukun tek bir sayfasını okumadan kulaktan dolma ifadelerle nasıl ve hangi hakla, hangi cüretle, hangi tespitle böyle konuşabilmiştir?” diye sordu.
Bahçeli, şunları kaydetti:
“İzmir’deki cinayetin ardından Türkiye’ye pusu kurmak isteyen gerçek haydut devletler yok mudur? Kılıçdaroğlu, kime hizmetle memur edilmiş, akıl hocalığını kimler devralmıştır? Partiler üstü bir anlayışla tesis edilen, milletimizin özlemlerini ve devletimizin dik duruşunu teyit eden dış politikayı 180 derece değiştireceklerini söyleyen bu gafilin ağzından çıkanı kulağı duymuş mudur?
Hepsini geçtik de HDP eşbaşkanları tahrip edici konuşmalarını yaparken ‘katil devlet’ sloganları atan alçakları kimler doldurmuş, bu karanlık güruh kimlerin dolduruşuna gelmiştir? Kılıçdaroğlu’na ‘haydut devlet’ kavramını söyletenler bu işin neresindedir? Açık seçik söylüyorum, Türk devleti egemen ve haysiyet sahibi bir devlettir, katil ithamları ise soysuzluktur. Öldürülen Deniz Poyraz’ın kim olduğunu ben size söyleyeyim, PKK’nın kırsal katılım sorumlusu, şehirden dağa çıkmak isteyen PKK sempatizanlarını terör kamplarına sevk eden halkanın içinde yer alan milis iş birlikçidir. Milis iş birlikçi, köy, kasaba ve şehirlerde yalnız ve sahipsiz görülen kişileri terör örgütüne devşirmek için çalışan, örgütün hain eylemlerine yardım ve yataklık yapan terörist demektir. Bu milis iş birlikçinin babası ise duyan herkesi şok eden açıklamalarda bulunmuş, bir nevi canlı bomba gibi patlamıştır, ‘Deniz benim Deniz’im değil, Kürdistan’ın Denizi’dir. Biz dağlarda direnen aslanlara borçluyuz. Şu anda düşmanın tank ve toplarının önünde direniyorlar. Biz ne kadar bedel de versek halen onlara borçluyuz. Allah gerillaya güç kuvvet versin, mertebelerini yükseltsin.’ Herkesi ikaz ediyorum, hiç kimse, ‘Ne yapsın acısı var, ne dediğini bilmiyor’ saptırmasına heves etmesin. Böylesi bir bahaneye de sarılmasın.
İzmir’in göbeğinde bir PKK’lı arayıp da bulamayacağı bir propaganda imkanı yakalamış, bunu da şerefsizce kullanmıştır. Dağda bir aslan biliriz, o da şerefli Türk askerimiz, şerefli Türk polisimiz, şerefli güvenlik korucularımızdır. Diğer eli silahlı vaziyette dağlarda gezenler de görüldüğü yerde indirilecek açık hedeflerdir ve çakalın insan suretleridir. PKK’lı milis iş birlikçilere hakkı yenmiş garip gureba, mağdur ve mazlum muamelesi yapan köksüzlere soruyorum, suçsuz günahsız, güzeller güzeli Aybüke öğretmenimiz şehit edilirken nerelerdeydiniz, nereye sinmiştiniz? Hiç sesiniz çıkmış mıydı? Annesi Nurcan Karakaya ile 10 aylık Bedirhan bebek barbarca şehit edilirken ne yapıyordunuz, kalbinizde hiçbir sızı duydunuz mu? Ya Eren Bülbül, ya Necmettin öğretmenimiz, ya ana kuzuları, ya emzikli bebekler, bileniniz, hatırlayanınız kaldı mı? Şerefiniz kadar konuşun desem, bunların hiçbirisinin ağzını bıçak dahi açmaz, açamaz. Sol örgütler, emek ve meslek örgütleri, barolar, CHP, HDP, TKP, TİP, EMEP, KESK, DİSK, Halkevleri, alayınıza milletim adına soruyorum, Deniz Poyraz’a sahip çıktığınız kadar bu milletin çocuklarına, bu vatanın onurlu evlatlarına sahip çıkabildiniz mi? Müşfik bir seslenişiniz, sevgi dolu bir dokunuşunuz görüldü mü? Aziz şehitlerimize rahmet dilemenizi bıraktık da terörü kınayacak tek bir kelam edebilecek insaf ve iffeti sergileyebildiniz mi? Şayet birileri Türk-Kürt çatışmasının düşünü kuruyorsa, gök girsin kızıl çıksın ki bu düşten kabusla uyandırmak bizim için hayat memat konusu olacaktır.”