Partisinin TBMM Grup Toplantısında bir konuşma yapan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Milli ve manevi birliğin okunan ezan, dalgalanan bayrak, edilen dua, çekilen dert, kazanılan zafer, fert fert yükselmiş inanç, ecdattan kalan sağlam miras olduğunu belirterek, “Bunlardan taviz bizim için ölümdür. Bunlara yüz çevirmek yok oluştur. ABD istiyor diye, Avrupa dayatıyor bahanesiyle bu millet teslim olmayacak, Türkiye çözülmeye ve imhaya tamam demeyecektir.” dedi.
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin konuşması şöyle:
Değerli Milletvekilleri,
Saygıdeğer Misafirler,
Sayın Basın Mensupları,
Bu haftaki Meclis parti grup toplantımızın hemen başında yüksek heyetinizi hürmetle selamlıyor, sevgi ve şükranlarımı sunuyorum.
İç ve dış politika alanında son derece sıcak ve yoğun bir gündem hâkimdir.
Parti olarak gelişmeleri dikkatle takip ediyor, yeri ve zamanı geldikçe düşüncelerimizi milletimizle paylaşıyoruz.
Ülkemiz 16 Nisan halkoylamasının kesinleşen sonuçlarıyla birlikte yeni bir süreç, yeni bir istikamete girmiştir.
Kaldı ki bu yeni sürecin doğal olarak siyaset ve devlet hayatına yüklediği önemli sorumluluklar vardır ve bu herkesçe az veya çok kavranmaktadır.
Kavramayanlar için söylenecek bir söz zaten yoktur.
Onlar kendi kısır ve sığ gündemlerinin tutsağı olduklarından ya iftirayla ya da yalan ve karalamayla meşgul olacaklardır.
Dilleri kilitlenmiş, vicdanları mühürlenmiş odak ve çıkar ortaklarının Türkiye’nin ufkunu perdelemesine elbette müsaade edilmemeli, müsamaha gösterilmemelidir.
Yapacak işlerimiz çoktur; oyalanacak, boş işlerle kaybedecek zamanımız ise hiç yoktur.
Türkiye yüklerinden kurtulmalı, millet tarafından inşa edilen yeni hükümet sistemiyle kuruluş ruhunu canlandırmalıdır.
Milli gerçeklerden uzaklaşmadan, her alanda kalıcı ve kapsayıcı uzlaşma zemini açılmalıdır.
Her fırsatta önerdiğimiz “temiz siyaset, temiz toplum, temiz yönetim” anlayış ve bekleyişi gecikmeden hayata geçirilmelidir.
Yeni bir Türkiye’ye gerçekten açılmak isteyen herkes için başlangıç noktası temizlik olmalıdır.
Türk siyaseti ve siyasi partiler geleneksel çatışma dinamiklerinden, yıllarca birikmiş uzlaşmaz çelişkilerden, akıl körlüğüne işaret eden yel değirmenleriyle cebelleşmekten artık kaçınmalıdır.
Önünüzdeki dönem ve süreçte;
- Kutuplaşma yerine kucaklaşmak,
- Kavga yerine konuşmak,
- Kaynama yerine kaynaşmak,
- İçe kapanmak yerine dışa açılmak asıl ve esas olmalıdır.
Elbette siyaseti ülkemize, insanımıza ve milletimize hizmet vasıtası görenler bundan sonra daha duyarlı, daha bilinçli, daha titiz hareket edeceklerdir.
Çünkü çözülmesi gereken sorunlar vardır.
Çünkü düzeltilmesi gereken dengesizlikler vardır.
Çünkü giderilmesi gereken tahribatlar ileri düzeydedir.
İstikrarlı bir demokrasi her şeyden önce temel ilkelerde görüş birlikteliğini şart koşmaktadır.
Siyaset, en başta bir toplumsal faaliyet alanı, başka bir deyişle insan eyleminin kolektif teşkilatlanma biçimidir.
Doğal olarak siyaset, hepimizi ilgilendiren müşterek konularda alınan kararlara katılımı gerektirir ve birlikte yaşamanın cazibesini artırır.
Değer ve ahlakla bağını koparmış olan siyaset anlayışlarının, kaos ve kargaşaya ortam hazırlaması kaçınılmazdır.
Bu itibarla siyasetimizi mutlaka ahlak ilkeleriyle derinleştirmek, milli ve manevi değerlerle çevrelemek zorundayız.
Ancak son yaşananlara baktığımızda, bunun gerçekleşme ihtimalinin ne kadar tartışmalı olduğunu da görüyoruz.
Siyaset elbette, olanla ilgilendiği kadar, ‘nasıl olması’ gerektiği üzerine de kafa yormalıdır.
Ve geleceğin milli beklentiler çerçevesinde dizayn ve planlamasını şimdiden yapmalıdır.
Bizim yakın geçmişte ortaya koyduğumuz, ‘2023 Lider Ülke Türkiye’ hedefinin arkasında bu anlayış bulunuyordu.
Dünyayı ‘Türkçe okuma’ kararlığımız ilhamını buradan almıştı.
Tam 17 yıl önce ‘Yüzyılla sözleşme’ beyanımızı ortaya koyarken, kafamızda bunlar vardı.
‘Sonsuza kadar var ol Türkiye’ haykırışımızın altında bugünden geleceğe uzanacak kudretli bir ülkeye duyulan özlem yatıyordu.
“Bizimle yürü Türkiye” çağrımız demokrasi ve milli iradeye duyduğumuz bağlılığı dile getiriyordu.
“Hakk’ın yolunda, milletin yanında” ifadesiyle doğru ve şuurlu siyasetimizin, “bu ülke için yeminimiz var, vazgeçilmez” derken de tavizsiz ve tarihi duruşumuzun beyanı seslendirilmişti.
İnanıyorum ki çok değil, yakın bir zaman içinde siyasetimize yön veren milliyetçilik ve demokrasi ilkelerini bir bütünlük ve program dâhilinde uygulamamız halinde, Türkiye’nin mumla aradığı dayanışma ve bütünleşme sancıları kesinkes dinecektir.
Biz parti olarak hem Cumhuriyet’in kuruluş felsefesinin savunucusu, hem de siyasetin toplumsal merkezi olduğumuzu söylerken motivasyonumuzun ikmal kaynağı burasıdır.
Değişim dinamiklerinin daha da hızlandığı çağımızda, değişen şartlara değişmeyen tepkiler verilmesi tabii olarak uyumsuzlukları ve yanlış teşhisleri billurlaştıracaktır.
Bu itibarla siyasetin her şey gibi gelişmesi için değişmesi gerekir.
Değişim başkalaşma olmadığı gibi, ilerlemek, gelişmek ve süreklilik kazanmak için elzemdir.
Yeniçağın sorunlarına eski kalıp ve yöntemlerle yaklaşılması, en başta kaynak, vakit ve emek israfına yol açacaktır.
Bu çerçevede, siyasetimizin vazgeçilmez prensibi olan milliyetçiliğin, kırk sekiz yıllık tecrübelerimizin yol göstericiliğinde, sosyo-ekonomik meselelere yönelik çözüm üretme kabiliyetini arttırmaya çok ihtiyaç vardır.
Bölgesel ve küresel eksende kökleri farklı yerlere tutunan sorunlara karşı milli ve yerel ölçekte direnç gösterilmesi, milliyetçiliğin gelişen ve değişen şartlar altında olgunlaşan dinamik yapısıyla doğru orantılıdır.
Milliyetçiliğin küreselleşme karşısındaki pozisyonu, kimlik taleplerine yaklaşımı, etnik sorunlara yönelik teklifleri, ekonomik krizlere karşı önerileri gözden geçirilmeli ve üzerinde mutlaka çalışılmalıdır.
Çevre sorunlarından kadın haklarına, teknolojik gelişmelerden pozitif ve negatif özgürlük alanlarına kadar özellikle Türk milliyetçiliğinin, yeni şartlar altında söyleyeceği sözleri vardır ve olmalıdır.
Bu görev de şüphesiz en başta hepimizin omuzlarındadır.
Yerel ve evrensel ölçekte meydana gelen tüm meseleler şüphesiz milliyetçiliğin değerlendirmeleri arasındadır, dahası olmalıdır.
Türk milliyetçiliği bir pergel gibi, başkent Ankara’yı merkezine alan ve 360 derecelik açıyla dünyayı görüş alanına sokan bir vizyon genişliğine sahiptir.
Yanımızda şeklen görünse de bu vizyondan kasten beslenmeyen, bu vizyonu kalben benimsemeyen, bu vizyonun önüne kalın bent çeken kim ya da kimler varsa onlarla hesabımız mahşere kalmadan bu dünyada görülecektir.
Milliyetçi Hareket Partisi sırtında kurban kestirmeyecektir.
Milliyetçi Hareket Partisi elinde hançerle dolaşan siyasi çürümüşlere teslim olmayacak, dün olduğu gibi bugün de asla fırsat vermeyecektir.
Davasını bilmeyene ne tanık ne de kefil olunmayacağını yaşayarak gördük ve şahit olduk.
Gücümüze güç katıp yolumuzda ilerleyeceğiz.
Tamamladığımız 647 ilçe kongremizi müteakiben 21 Mayıs 2017 Pazar günü 41 ilimizde aynı anda kongrelerimizi coşkuyla yapıp ne kadar diri bir teşkilat ve inanmış kadrolara sahip olduğumuzu göstereceğiz.
Bunu ısrarla görmek istemeyenleri ise yok farz edeceğiz.
Hatırlarsanız, 16 Nisan’dan sonra olmayan ganimeti paylaşmak için kuyruğa girenler, düne kadar aleyhimizde faal halde çalışıyorlardı.
Akıllarınca bizi zora sokacaklar, köşeye sıkıştıracaklardı.
Siyaseti dünyevi menfaatlerinin temini ve makam hastalıklarının tedavisi için araç görenler çevremizde tuzak kuruyorlardı.
Tezvirat kazanını karıştırmaktan haz alıyorlardı.
Fitne, fesat dümenini çevirmekten keyif duyuyorlardı.
Hallerine baksanız, yoğurdum ekşi demezler.
Derelerin sığ yerlerinde balık avına çıkan pelikan kuşları gibi davrananlar bizi isteler de özümseyemezler.
Kendi gözlerindeki kirişi görmeden, başkalarının gözünde çöp arayanlar, şu feleğin işine bakın ki bugün birbirilerine düşmüşlerdir.
Biliyoruz ki, Allah imhal eder, yani mühlet verir, ama katiyen ihmal etmez.
Kulun bir hesabı varsa Allah’ın da bir hesabı vardır.
Milliyetçi Hareket Partisi’ni hedef alan çok ortaklı saldırı ve operasyonun kumanda merkezinde şimdi yangın çıkmış, alevler bacayı sarmıştır.
Üzerimize doğrultulan namlu ters tepmiş, ayak oyunları, karanlık senaryolar bumerang gibi muhataplarına dönmüştür.
Şunu da eklemeliyim ki, rüzgâr ekerken mutlu olanlar, fırtına biçerken şikâyet etmemelidir.
Bize göre, 16 Nisan Halkoylamasında hayır tercihinde bulunan vatandaşlarımızı sanal ve temelsiz bir siyasi kümeye dahil etme çabaları beyhude bir çırpınma, ucube bir gayretkeşliktir.
Göle maya çalmak için uğraşanlar, önce milletin mesaj ve iradesini anlamaya, sandık sonuçlarını samimiyetle yorumlamaya çalışmalıdır.
İşte görüyorsunuz CHP kaosun dibinde, anlaşmazlıkların girdabındadır.
Bugün oyun var diye sızlananlar, dün bize karşı oynanan oyunlarda figüranlık rolüne bürünmekten utanmamışlardı.
CHP’nin yanında hizalanan diğerleri ise dağılmış, vurgun yemiş haldedir.
MHP’nin varlığını kafeslemek, ülkülerini kötülemek için her yolu deneyen gafillere oksijen çadırı görevi gören CHP, sonunda kazdığı kuyuya düşmekten kurtulamamıştır.
Elbette CHP’de yaşananlar bizim doğrudan ilgi sahamız içinde değildir.
Ancak bir hakkı teslim, bir doğruyu tespit amacıyla lafımızı esirgemeyeceğiz, düşüncelerimize de gem vurmayacağız.
16 Nisan’dan hemen sonra yeni bir parti kurma konusunda mekik dokuyan, zemin yoklayan, hava koklayan, maksatlı ziyaretlerle işbirliği kanalları açmaya yeltenenler hayal âleminden hala çıkamayan siyasi mağluplardır.
Türk milleti 16 Nisan’da herkese yerini göstermiş, dersini vermiştir.
Türkiye yeni bir hükümet sistemine geçmiştir.
Bu demokratik sonucu hazım ve sindirim güçlükleri çekenlerin hayır iradesini siyasileştirip bir alanda toplama emelleri olmayacak duaya âmin demekle eşdeğerdir.
Milliyetçi Hareket Partisi siyasetteki kıpırdanmaların, farklı beklenti ve ittifak arayışlarının sonu olmayan bir macera olduğuna inanmaktadır.
Türk milletinin teveccühüne layık olmadıkları gibi milli ülkü ve ahlak ölçülerine yabancılık çekenlerin aslında kaygı ve korkunun pençesine düşmüş oldukları da gözlerden kaçmamaktadır.
Bunların milletimize vaat edecekleri hiçbir şey yoktur.
Bunların istikbalin planlamasına, istiklalin korunmasına en küçük katkı ve emekleri de isteseler bile görülmeyecektir.
MHP’ye engel olmak, MHP’yi zayıflatmak ve kösteklemek için rekabete girenler eninde sonunda hak ettiklerini bulacaklardır.
Ve de bulmaya başlamışlardır.
Bunlar birbirlerini yerken Milliyetçi Hareket Partisi emin adımlarla, engin fikriyatıyla, erdemli ve etik değerlerle harmanlanmış milli siyasetiyle Türk milletine sevdayla hizmet edecektir.
Kutlu geçmişimizin rehberliğiyle yürüyeceğiz.
Ecdadımızın hayır duasına layık olabilmek için mücadele edeceğiz.
Şehitlerimizin aziz hatıralarına leke sürdürmemek için uğraşacağız.
Türklüğün bekasını, Türk milletinin birlik ve dayanışma ruhunun ebedi olması için her şeyi göze alacağız.
Hiçbir zaman akıllardan çıkarılmasın ki,
Bizim için siyaset;
Kısa vadeli ve ucuz kişisel çıkarların dirsek dirseğe yarıştığı bir koşu parkuru değildir.
Siyasi köklerini inkâr ederek yabancı çekim merkezlerine kapılmışların bekleme odası değildir.
Fikri tutarlıklarının olmadığı, ilkelerinin ayaklar altında çiğnendiği, meselelere günübirlik bakanların toplanma yeri değildir.
İnsan, millet ve dünyaya bakışın yabancı tesirlerle her gün, her saat değiştiği kaypak fikirlerin buluşma mekânı değildir.
Duruma göre şekilden şekle, kılıktan kılığa girenlerin; durmadan kostüm değiştirenlerin ve nabza göre şerbet verenlerin tiyatro sahnesi değildir.
Girdiği kabın şeklini alan, üst üste taktığı maskelerden gerçek yüzü görünmez hale gelmişlerin makyaj malzemesi değildir.
Dün söylediğini bugün yalanlayan, bugün söylediğini de yarın unutacak olanların çıkar kapısı hiç değildir.
Siyasetimizin öznesi insan, nesnesi devlet, yüklemi demokrasi, cümlesi ise millettir.
Bizi diğerlerinden ayıran mümeyyiz fark burada aranmalıdır.
Milliyetçi Hareket Partisi bu yüzden Türk milletinin ta kendisidir.
İlkeliyiz, iradeliyiz, ilk günkü gibi heyecanlı ve azim doluyuz.
Bazen iktidarda, bazen muhalefette, siyasetin inişli çıkışlı yollarında ama asla kırılmadan ilerleyen üç hilal, milletinin güvencesi olarak yüzyıllarca mutlaka yaşayacaktır.
Zira bizim siyasetimizin yol haritasında hiçbir zaman istismar, aldatma, yalan, riya, ikiyüzlülük olmayacak, yalnızca ve yalnızca sabır, akıl, şuur, denge, ihtiyat, heyecan ve dava adamlığı yer alacaktır.
Bunu anlamayan, anlamak istemeyen çıkabilir, nitekim çıkmıştır.
Ama onlara takılmayacağız, ardımıza bakmayacağız, dedikodulara aldanmayacağız, zorluklara direnip hedeflerimize Allah’ın izniyle muhakkak varacağız.
Biz vatan, millet, devlet ve bayrak sevdasıyla çıkılan yolda kirli ve ucuz siyasetin batağına saplanmadık, bundan sonra da saplanmayacağız.
Anlık başarıların ümidiyle, bin bir meşakkatle bugünlere taşıdığımız siyasetimizin geleceğini heba etmedik, bundan sonra da etmeyeceğiz.
Bunların hilafına vaziyet alanlara, ortalıkta gezip ayak bağı olanlara hiç ama hiç eyvallah etmeyecek, oynadıkları oyunları başlarına geçireceğiz.
Biz Türk milletinin umudu, Türkiye’nin korkusuz gücü, Türk-İslam’ın sönmeyecek ülküsü Milliyetçi Hareket Partisiyiz.
Mensubu olduğumuz kutlu dava milli namusu, milli varlığı, milli hakları bedeli ne olursa olsun sonuna kadar müdafaa edecek, sonsuza kadar bu duruşundan ayrılmayacaktır.
Değerli Arkadaşlarım,
Altı yıldır süren Suriye iç savaşı komşu coğrafyaları baştan ayağa tesiri altına almış, bölgesel huzuru allak bullak etmiştir.
Devamlı körüklenen vekâlet savaşları, terör örgütlerinin bitmeyen saldırı ve tahrikleri özellikle Suriye’yi içinden çıkılmaz bir hale sokmuştur.
Suriye’de devam edegelen derin ihtilaf ve kanlı cepheleşme nice felaket ve facialara ortam açmıştır.
Bilindiği üzere Suriye’de 30 Aralık 2016’da ülke genelinde ateşkes ilan edilmişti.
Bu kapsamda ateşkes kararını güçlendirmek amacıyla ilki 23-24 Ocak, ikincisi 15-16 Şubat, üçüncüsü de 14-15 Mart 2017 tarihlerinde Kazakistan’ın başkenti Astana’da toplantılar yapılmıştı.
Astana sürecinin ilk aşamasında, Türkiye, Rusya, İran, BM, muhalefet ve rejim heyetleri ateşkesi izlemek için üçlü mekanizma kurulması hususunda anlaşmaya varmışlardı.
Dördüncü Astana toplantısı da 3-4 Mayıs 2017’de yapılmış ve önemli bir dizi kararlar alınmıştır.
Buna göre Suriye’nin İdlib vilayetinin tamamı; Lazkiye, Halep ve Hama vilayetlerinin belli bölümleri, Şam Doğu Guta bölgesi, Deraa ve Kuneytra vilayetlerinin beli kısımlarını kapsayan çatışmasızlık bölgeleri oluşturulmuştur.
Söz konusu çatışmasızlık bölgelerinin kurulması, bir yönüyle Türkiye’nin güvenli bölge teziyle benzerlikler taşımaktadır.
Suriye’de can çekişen ateşkes kararının desteklenmesi adına teşkil edilen çatışmasızlık bölgelerinde bundan sonra nasıl ve hangi tür gelişmelerin olacağı mutlaka görülecektir.
Önemli olan çatışmayı ertelemek değil, tümden engelleyip yok etmektir.
Birleşmiş Milletler 2014’de de çatışmasızlık fikrini ortaya atmış, ne var ki bu durum Halep kuşatmasından dolayı hayata geçememişti.
Ancak belirlenen bölgelerde herhangi bir çatışma olması halinde buna nasıl müdahale edileceği açık değildir.
Bir diğer belirsizlik de, uzlaşmazlıklarda hakem heyetinin nasıl ve kimler tarafından oluşturulacağıdır.
Bir başka karanlıkta kalan nokta da, oluşturulan çatışmasızlık bölgelerinin güvenli bölgeye dönüşüp dönüşmeyeceği, uçuşa yasak alan ilan edilip edilmeyeceğidir.
Eğer mezkur bölgeler uçuşa yasak kapsamına alınırsa, bunun YPG’nin hakimiyet alanlarına uygulanıp uygulanmayacağı da meçhuldür.
Rusya ve ABD’nin YPG’yle ilişkileri saklanamayacak derecede ortadadır.
Ülke olarak aynı masaya oturduğumuz, aynı müttefiklik hukuku içinde bulunduğumuz devletlerin kanlı terör örgütleriyle emel ve hedef birlikteliği içinde hareket etmesi tarifi olmayan bir rezilliktir.
YPG, ABD ve Rusya tarafından silahlandırılmakta, desteklenmektedir.
Ha YPG, ha PKK, aralarında herhangi bir ayrım olmadığını cümle alem bilmektedir.
PKK’nın elinde yeni nesil silahlar olduğu neredeyse kesindir.
Ve bu silahların batı kaynaklı olduğu da açıktır.
Şu işe bakınız ki, PKK’nın kullanım ve kontrolünde 18 adet yeni nesil füze sistemi olduğu açık seçik iddia edilmektedir.
Bu füzeleri veren dost görünümlü hangi muhasım ve melanet ülkedir?
Suriye PKK’sına çek de vur, al da öldür manasına gelen silah, cephane, mühimmatın dağıtım merkezi hangi güçlerin denetimindedir?
Sayın Erdoğan, geçen hafta Soçi dönüşü uçakta Putin ile YPG’yi konuştuklarını açıklamıştı.
Rus askerleriyle YPG’li teröristlerin birlikteliklerini belgeleyen fotoğrafları paylaştığını anlatmıştı.
Ne ilginçtir ki, Putin, kendi askerlerinin böyle bir şeyin içinde olmayacağını, iddiaları inceleyeceğini ifade etmiştir.
YPG’li hainlerin yanında keyifle gülümseyen, podyuma çıkmış manken gibi poz veren Rus askeri değildir, ABD askeri değildir de, peki kimdir bu üniformalı kokuşmuşlar?
Rus askerlerinin Afrin’de ne işi vardır?
İnkar bırakılsın, şu sorunun cevabı verilsin; ABD ile Rusya YPG’yi arkalarına almakla, silahla donatmakla nereye varmak istiyorlar?
Ne yapmayı akıllarından geçiriyorlar?
YPG’ye verilen silahlar, çok geçmeden Türkiye’ye sokuluyor.
Ve de kanlı eylemlerde, alçak suikastlarda kullanılıyor.
Bunu görmemek için ya kör ya da zihnen kötürüm olmak kâfidir.
Suriye ve Irak toprakları Türk ve Türkiye düşmanlarının üreme, palazlanma, silahlı pratik yapma alanına dönüşmüştür.
Diyebiliriz ki, caniler sınırlarımızın hemen dibinde talimden geçirilmekte, sözde askeri eğitime alınmakta, sonra da kan dökmek maksadıyla üzerimize gönderilmektedir.
Bu bildik ve aşina olduğumuz dehşet verici bir döngüdür.
Birkaç gün önce, Haseke’de YPG’li teröristlerin terör eğitimlerini tamamladıktan sonra düzenlenen sözde törene ABD’li askerlerin de hevesle katıldıkları açığa çıkmıştır.
Bu pervasızlık, bu hasımlık, bu meydan okuyan bayağılık, sorarım sizlere; dostluk ve müttefiklik hukukuyla nasıl bağdaşacaktır?
Hedef ülke hiç kuşku yok ki Türkiye’dir.
Tehdit her yerdedir.
Suriye ve Irak’ta süren kaosun Türkiye’ye tam olarak dönüş yapması konusunda yoğun bir gayret vardır.
Güya ABD stratejik ortaktır.
Güya Rusya’yla ilişkilerimiz düzelmektedir.
Ancak bu ülkeler Türkiye’nin mahvına hizmet etmekte, bunun için geceyi gündüze katmaktadır.
Kurulması planlanan Kürdistan için adeta son rötuşlar yapılmaktadır.
Barzani ve yakın çevresinin bağımsızlık referandumu için gün saydığı, vade biçtiği görülmektedir.
Hatta önümüzdeki Ağustos ayı için çağrı ve değerlendirmeler peşpeşe gündeme düşmektedir.
Bunlar oluyorken, Kerkük şehir merkezinin en işlek caddelerinden birine PKK’lı teröristler üzerinde İmralı canisinin resminin bulunduğu bez parçalarını asmışlardır.
Türkmenler’in varlık, kimlik ve tarihi hakları çiğnenmektedir.
Kerkük üzerinde hak iddia eden teröristler ve bölücü hevesler Türkiye’nin milli güvenliğini yakından ve yıkıcı nitelikte tehdit etmektedir.
Şunu bir defa ifade etmeliyim ki, NATO şemsiyesi altında bulunduğumuz, müttefiklik hukukuyla birbirimize bağlı olduğumuz ülkeler Türkiye karşıtı duruş ve tutumdan derhal vazgeçmelidirler.
Şayet bu olmadığı takdirde Türkiye’nin ittifaklarını sorgulama, yükümlülüklerini tartışmaya açma hakkı doğacaktır.
Yine çok net diyorum ki, Türk milleti yedi düvel bir araya gelse kutsal topraklarını ve milli bekasını hedef alan Kürdistan fitnesine kesinlikle geçit vermeyecektir.
Kürt kökenli kardeşlerim, duygularını istismar eden, vatan ve millete bağlılıklarını kırmaya çalışan terör baronlarına, bunların tetikçisi insanlık düşmanı terör çetelerine göz yummayacak, oyuna gelmeyeceklerdir.
Türk milleti birdir, beraberdir ve de ayrılma kabul etmeyen bir bütündür.
Kovboy mantığı millet kudreti, millet azameti, kardeşlik iradesi karşısında eşkıyalarıyla birlikte hezimet ve hüsrana uğramaya mahkum ve mecbur kalacaktır.
Biz bu kutlu toprakları şehit kanlarıyla, nice bedel ödeyerek, nice badireleri geçerek vatan yaptık.
Gerekirse, yeri gelirse aynı bedeli gene öder, aynı badireleri yine göğüsleriz.
İmanın karşısında ihanet duramayacaktır.
Türkiye’nin önünde hiçbir musibet tutunamayacaktır.
Milli ve manevi birliğimiz okunan ezan, dalgalanan bayrak, edilen dua, çekilen dert, kazanılan zafer, fert fert yükselmiş inanç, ecdadımızdan kalan sağlam mirastır.
Bunlardan taviz bizim için ölümdür.
Bunlara yüz çevirmek yok oluştur.
ABD istiyor diye, Avrupa dayatıyor bahanesiyle bu millet teslim olmayacak, Türkiye çözülmeye ve imhaya tamam demeyecektir.
Güvence aranıyorsa, bilinsin ki, teminat Türk milletinin bizatihi varlığı, asırlara sığmayıp taşan muhteşem vakur ve faziletli ruh ve şuurudur.
Milliyetçi Hareket Partisi bu ruhu, bu varlığı, bu şuuru yaşatmaya son neferine kadar yeminlidir.
Bu nedenle tekrar diyorum ki, bu ülke için yeminimiz vardır, vazgeçilmeyecektir.
Muhterem Arkadaşlarım,
Fransa’da Cumhurbaşkanı seçiminin ikinci turu sonuçlanmış, yeni Cumhurbaşkanı açık ara önde seçilmiştir.
Fransızların kararına saygı duymak esastır.
Türkiye-Fransa ilişkilerinin boyutu, muhtevası, ilerleyeceği güzergâhı önümüzdeki günlerde daha da netleşecektir.
Bizim için asıl öncelik ise iki ülke arasındaki diyalogların saygı ve karşılıklı çıkara dayalı sürdürülmesi ve geliştirilmesidir.
Fransa’nın yeni Cumhurbaşkanıyla birlikte sancılı Türkiye-AB ilişkileri yeni baştan değerlendirilecektir.
Nitekim bu seçim yapılmadan da AB’den gelen çarpık mesajlar buna işaret etmektedir.
AB, Türkiye’ye şaşı bakışını, sorunlu tavrını muhafaza etmektedir.
Almanya’nın başını çektiği birlik ülkeleri, adeta Hıristiyan kulübü gibi hareket etmekte bir sakınca görmezken, fırsatını buldukları her anda da önyargılarının esiri olmaktadırlar.
AB’nin 15 Temmuz FETÖ darbe teşebbüsüne yaklaşımı, bölücü terör örgütü PKK’ya bakışı son derece tutarsız, son derece rahatsız edici, insanlık vicdanı ve temel değerleriyle terstir.
Sürekli gergin halde bulunan, sürekli iniş ve çıkışlarla enerjisi zayıflayan Türkiye’nin AB macerası, aslında anlam ve bağlayıcılığını çoktan kaybetmiştir.
Sistematik olarak Türkiye’nin milli gururunu inciten AB’nin, özellikle siyasi denetim kararından sonra inandırıcılığı yok denecek kadar azalmıştır.
Türk milleti AB’nin elinde oyuncak değildir.
Türkiye AB’nin şamar oğlanı hiç değildir.
Şimdi bazı Avrupa ülkeleri kalkmışlar, idam cezasıyla ilgili olası bir referanduma izin vermeyeceklerini açıklamaya koyulmuşlardır.
Öyle ki, idam cezasının Avrupa ülkelerinin bütün değerlerine aykırı olduğu ifade ve iddia edilmiştir.
Peki, terör örgütlerine destek vermek Avrupa değerlerinin bir parçası mıdır?
Katillerin sırtını sıvazlamak, PKK’lı ve FETÖ’cü teröristlerin elinden tutmak Avrupa değerlerinin neresinde yazılıdır?
Türk’e kurşun sıkanları baş tacı yapmak, Türkiye’yi bölmeyi ve parçalamayı amaçlayan hainleri özgürlük savaşçısı gibi takdim ve bunların teşrifatlarını yapmak hangi Avrupa değeriyle izah edilmektedir?
Bu vesileyle tekrar diyorum.
Bir kez daha kararlılığımı açıklıyorum.
İdam cezasının getirilmesi, hazırlanacak teklif veya tasarının TBMM’de görüşülüp kabul edilmesi hususunda Milliyetçi Hareket Partisi bütün gücüyle vardır, buradadır, bu bahsin kapanmasını acilen beklemektedir.
Vatan hainlerine cezaysa ceza, idamsa idam, işte er meydanı, işte Türkiye Büyük Millet Meclisi.
Biz dün ne söylüyorsak aynı noktadayız.
Biz dün neyi savunuyorsak yine aynı çizgide, aynı kararlılıktayız.
İdam cezası toplumsal bir talep midir? Evet.
İdam cezasına Adalet ve Kalkınma Partisi destek midir? Evet.
Cumhurbaşkanı, kanun önüne gelirse onaylayacak mıdır? Bu da evet.
O halde durmayalım, alttan almayalım, gecikmeyelim, Türkiye’nin kendi göbek bağını nasıl kestiğini, nasıl keseceğini herkese gösterelim.
Kavakta nar olmaz, kötülerde ar olmaz, Türk milletinin kesinlikle affı olmaz, olmayacaktır.
Değerli Arkadaşlarım,
Özet halinde üç konuya daha kısaca değinip bu haftaki konuşmama son vereceğim.
Bunlardan birincisi 10-16 Mayıs tarihleri arasında idrak edeceğimiz Engelliler Haftası’dır.
Bize göre, engelli kardeşlerimizin arzu, istek ve ihtiyaçları yılın tamamında gündemin en ön sıralarında yer almalıdır.
Hiçbir ayrıma takılmadan insan olmanın sağladığı tüm imkânlar engelli kardeşlerimize de sunulmalıdır.
Bu kapsama giren sosyal, siyasal ve ekonomik imkanlar bir lütuf olmayıp engeli bulunan her insanımızın anasının ak sütü gibi hak ve helalidir.
Engelli olmayı dışlanmak ve toplumsal ilişkilerden ayrı tutulmak için bir bahane olarak görmek insani olmayacağı gibi, ahlak ve vicdanla da örtüşmeyecektir.
Ülkemizde engelli vatandaşlarımızın; sosyal güvenlik, sağlık, eğitim, istihdam, ulaşabilirlik ve erişebilirlik, politik haklar, sosyal yaşama katılım gibi birçok alandaki talepleri acilen ve kalıcı olarak çözülmelidir.
Milliyetçi Hareket Partisi engelli kardeşlerimizin her daim yanındadır, her zaman onları sevgiyle bağrına basacaktır.
İkinci konumuz, merhum şehidimiz Fırat Yılmaz Çakıroğlu’yla ilgilidir.
Fırat evladımız, 20 Şubat 2015’de Ege Üniversitesi’ne yuvalanmış PKK’lı caniler tarafından şehit edilmişti.
Şehidimizin katil ve azmettiricileri belli olmasına rağmen iki yıldır süren yargısal süreç henüz sonuçlanmış değildir.
Bu çok ciddi bir handikap ve müessif bir durumdur.
Tüm gerçekler ortadayken, Fırat Yılmaz Çakıroğlu evladımızı şehit eden hainlerin tutukluluk halleri devam etmesine rağmen, Ege Üniversitesi Rektörlüğü tarafından öğrencilikle ilişikleri kesilmemiş, bilakis sürüncemeye bırakılmıştır.
Bunu doğru bulmadığımızı, söz konusu Rektörlüğün öğrenciyle terörist arasında tercih yapmak durumunda olduğunu ikazen ve ihtaren hatırlatmak isterim.
Caniden öğrenci olmaz, gerçek öğrenciden cani çıkmaz.
Biz, Ege Üniversitesi Rektörlüğü’nün şehidimizin anısına ve milli vicdana hakaret etmek istemiyorsa devam eden soruşturmayı tamamlayarak derhal teröristlerin öğrencilikle bağını kesmesini bekliyor ve bunu istiyoruz.
Bir diğer konuda, 21 Doğu Türkistanlı soydaşımızın gözaltına alınarak sınır dışına çıkarılma riskidir.
Milyonlarca Suriyeliye bakan Türkiye, 21 kardeşimize mi bakamayacak, onlara mı barınacak ev, yedirecek ekmek bulamayacaktır?
Unutmayalım ki, ah alan onmaz, ah yerde kalmaz.
Biz de Çin zulmüne teslim edilecek tek bir soydaşımız yoktur, olamayacaktır.
Mazlum Doğu Türkistan haklı ve baki kalacak davamızdır, soydaşlarımız ise her daim namusumuza emanettir.
Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyor, başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi yürekten temenni ediyorum.
Sağ olun, var olun; Cenab-ı Allah’a emanet olun diyorum.