Demokratik Sol Parti Genel Başkanı Önder Aksakal ve heyeti, deprem bölgesine 2 günlük ziyaret düzenledi. Ziyarette DSP Genel Başkanı Önder Aksakal’a; Genel Başkan Yardımcıları Onur İste, Dilara Tambova, Selçuk Karakülçe, Ejder Onursal, Parti Meclisi Üyeleri Ahmet Önal, Hakan Buldu ve Ankara İl Başkanı Turgay Akbaba eşlik etti. Aksakal, ziyaretin ilk durağı olan DSP Adana İl Başkanlığı’nda basın toplantısı gerçekleştirdi.
Aksakal toplantıda öncelikle depremden etkilenen yurttaşlarımıza başsağlığı ve geçmiş olsun dileklerini ileterek şu şekilde devam etti;
“Değerli basın mensupları,
Bugün çok özel bir dönem kapsamında sizlerle beraber oluyoruz.
Öncelikle 13 ilimizi etkileyen bu deprem felaketinde yaşamını yitiren tüm yurttaşlarımıza Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum. Sağ kurtulanlara da sabır, metanet ve başsağlığı temenni ediyorum.
Yaşanan bu büyük deprem felaketi, ülkemizdeki Kentleşme Politikalarının iflas ettiğini gösteriyor.
Türkiye’de yapılan kentlerin, yanlış olduğunu kanıtlıyor. Yanlış politikalarla ve yanlış planlama tekniklerine dayanarak yapılan kentler olduğunu gösteriyor.
Şüphesiz ki bu büyük felaketin nedeni, depremden daha çok yanlış kentleşme politikasından, yanlış planlama yaklaşımlarından, yanlış inşaat sistemlerinden kaynaklanıyor.
Bu korkunç ve korkunç olduğu kadar bilimsel kriterlerden uzak kentleşme modelinden derhal vazgeçilmelidir.
Aksi takdirde, Türkiye’yi daha büyük felaketler, daha büyük yıkımlar bekliyor.
Diğer taratan, Kahramanmaraş merkezli Güney Doğu Anadolu bölgesi depreminin bölgede yarattığı felaketin sonuçları kısaca ve ana başlıkları itibariyle şöyle özetlenebilir;
1- Deprem Bölgede çok büyük bir insanlık dramı yaratmıştır.
2- Onbinlerce canlının ölümüne, yüzbinlercesinin de yaralanmasına neden olmuştur.
3- Bölge ekonomisi büyük ölçüde çökmüştür.
4- Milyonlarca insan için, barınma, beslenme, hayatta kalabilme sorunları yaratmıştır.
5- Büyük bir iç göç hareketi başlatmıştır.
6- Deprem felaketi, büyük bir sosyal çöküşe, toplumsal bir depresyona neden olmuştur.
7- Deprem bir anlamda kentleri tuzla buz etmiş, ortaya çıkan kargaşa, ileride onarılması güç toplumsal, kültürel, ekonomik ve psikolojik sorunlar yaratmıştır.
Değerli basın mensupları,
Bilinmesini isterim ki, bu boyutta bir felaketin gerçek anlamda yorumlanmasına ve olumsuz sonuçlarının en kısa zamanda ortadan kaldırılmasına yönelik çalışmaların yapılmasını zorlaştıran en önemli faktör, sorumluluk noktasındaki aktörlerin hadiseyi klasik siyasi rekabet zeminine çekme gayretleridir.
Şunu herkesin kendi iç dünyasında bildiğine ve kabul ettiğine inanarak söylüyorum, felaketlerin nedenlerinin başında, maalesef toplumsal duyarsızlık gelmektedir.
Ölümlerin sebebi, doğal felaketler değil, insan eliyle yapılmış kentlerdir, binalardır.
Bariz bir örnek vermem gerekirse, koskoca bir apartmanın zemin katında ya da bodrum katında kolon kesilir de o binada yaşayan ya da komşu binalarda
bulunan hiç kimse bunu görmez mi? Dikkat edin; pasta kesmekten söz etmiyorum, kolon kesmekten bahsediyorum!
Arsa bedeli ödemeden dere yataklarına gecekondular yapılmasına, üç kat projeli binaya kaçak dördüncü katını yapmaya ve yapılmasına göz yummaya devam edilirse bu sonuçlar her zaman kaçınılmaz olacaktır. Kimse kusura bakmasın!
Depremin sonuçları, mevcut imar planlama yaklaşımının da yanlış olduğunu gösteriyor.
Nitekim mevcut imar yasasına göre kurulan kentlerin, son yıllarda kentlerde meydana gelen doğal felaketleri önleyecek bir yaklaşım olmadığı, çok kesin biçimde ortaya çıkmıştır.
Bu planlama modeli, bu imar yasası, çağdaş ve sağlıklı yeni bir kent yasası ile derhal değiştirilmelidir.
Mevcut imar mevzuatı, kentlerde adeta bir soygun düzeni yaratmıştır.
Rüşvet, yandaş kayırma, imara uygun olmayan alanlara imar izni verilmesi, ihalelerde meydana gelen yolsuzluklar, inşaatlarda yapılan yanlışlar ve eksik malzeme kullanımları, denetimsizlik, sağlıksız dayanıksız kentleri ortaya çıkarmıştır.
Kentlerde meydana gelen bu soygun düzeni, aslında vahşi kapitalizmin bir sonucudur. Ekonomik gücünü kaybetmiş ve üretimden uzaklaştırılmış toplum kesimlerinin anayurtlarından koparılıp köylerinden kentlere göçe mecbur bırakılması sonrasının yaratacağı sonuç ancak bu olur.
Dolayısıyla bu düzen kesinlikle değiştirilmeli, rüşvetler, yolsuzluklar, yandaş kayırma dönemine son verilmelidir. Sağlıklı yapılaşmanın önü açılmalıdır.
Bugün Türkiye’de yanlış Kentleşme Politikası uygulanmaktadır. Cumhuriyetin ilk yıllarında Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde başlatılan “Dengeli Kalkınma Modeli” terkedilmiş, bunun yerine, plansız programsız, Köyden Kente Göç hareketi başlatılmıştır.
Vahşi kapitalist sistemin ve uluslararası kartellerin beklentileri doğrultusunda teşvik edilen gelişigüzel göçler, Türkiye’nin beşeri coğrafyasını allak bullak etmiş, aşırı büyüyen, içinde her türlü toplumsal sorunların kaynaklandığı kentler dönemini başlatmıştır.
Diyebiliriz ki Türkiye’nin bütün sorunları, aşırı büyüyen bu kentlerde meydana gelmiştir.
İşsizlik, açlık, uyumsuzluk, terörizm, kavga, kargaşa, kadın cinayetleri, sahtekârlık vb. sorunların temelinde kentlerin bu hızlı ve çarpık büyümesi yatmaktadır.
Diğer taraftan kentler, dış odaklı finans sistemlerine bağımlı hale gelmiş, kentlerin yaşam kaynakları, yabancı güçlerin iradesine geçmiştir.
Değerli basın mensupları,
Kentlerdeki aşırı büyüme ve gereksiz yoğunlaşma, kentleri birçok tehlike ile karşı karşıya getirmiştir. Bu tehlikelerin başında sık sık yaşadığımız depremler, seller, heyelanlar geliyor.
Diğer taraftan, açlık yoksulluk, işsizlik, kentlerde yaygınlaşmış dışa bağımlılık aşırı derece atmıştır.
Bir savaş tehlikesinde ya da beklendiği gibi bir enerji veya gıda krizinde, kentlerin ayakta kalması mümkün görünmüyor.
Savaş tehlikesinin arttığı, üçüncü dünya savaşının konuşulduğu bu günlerde, tedbirler alınmalı, Kendine Yeterli Kentler Dönemi derhal başlatılmalıdır.
Küresel ısınma nedeniyle, kentlerde yaşanan felaketlerin yoğunluğu ve şiddeti de artmıştır. 2000’li yıllardan önce geliştirilen kentsel standartlar artık geçerli değildir.
Bu standartlara göre yapılan planlar, iklim değişikliğinin getirdiği yeni yüklere karşı da yetersiz kalacaktır.
Bu nedenle, imar yasası ile birlikte kent ve yerleşim planlama standartları, küresel ısınma dikkate alınarak yeniden düzenlenmelidir.
Kentlerin yaşamla, sağlıkla, depremle, inşaatla ilgili mevzuatı değişmeli yeni gelişen koşullara uygun hale getirilmeli, kentsel gelişim ve inşaat denetim sistemleri bilimsel bir temele oturtulmalıdır.
Kısaca diyebiliriz ki, son yıllarda yaşanan hızlı gelişmeler, kentlerde devrim niteliğinde yeniden yapılanmayı zorunlu hale getirmiş, yeni kent modellerinin, yeni planlama yöntemlerinin, yeni yönetmeliklerin geliştirilmesi ihtiyacını ortaya çıkarmıştır.
Her şeyden önce insana önem veren, paraya değil, insan sağlığına, yaşamına önem ve öncelik veren, iklim değişikliği ile artan felaketlere karşı dayanıklı kentler dönemi başlatılmalıdır.
1920’lerde kurulan Türkiye, Atatürk’ün önderliğinde her alanda büyük ilerlemeler yapmış, örnek ve özgün “Bağımsız Devletler Modelini” başlatmış, dünyaya örnek olmuş, birçok ülkenin bağımsızlık yolunu açmıştı.
Modelin en büyük özelliği ise, uygarlık yolunda yaptığı hızlı ilerlemelerdir.
Yabancıların, “Türk Devrimi” (La Revolution Turque) dediği bu devrim, aslında dünyanın beklediği, insancıl, doğa ile uyumlu, yurtta ve dünyada barışı hedefleyen, bir “Türk Uygarlık” projesidir.
Türk Uygarlığını gerçekleştirmek ve Cumhuriyeti sağlam temellere oturtmak için, Kent ve Cumhuriyet Köy modelleri geliştirildi, uygulamalar başlatıldı. Daha sonra, halk evleri kurularak, “Halkla birlikte Halk için, TOPYEKÜN KALKINMA HAREKETİ başlatıldı.
Atatürk döneminde, köylerde ve kentlerde başlatılan devrimler sayesinde, hem 500 milyar dolara yakın Osmanlı borcu ödendi, hem de Türkiye hızla kalkındı, dünyanın en kalkınmış on ülkesi arasında yerini aldı.
Ancak Atatürk’ün ölümünü fırsat bilen dış ve iç odaklar, Türk Devrimini durdurdular ve büyük ölçüde tasfiye ettiler. Türkiye bugün Batı taklitçiliği altında ezilmiş, spekülasyona yenik düşmüş, yabancı odaklara bağımlı hale gelmiştir.
Türkiye bir an önce, Atatürk döneminde başlatılan, Güneş Uygarlığı kapsamında, çağın koşullarına uygun hale getirmelidir. Sağlıklı, afetlere dayanıklı, petrole değil güneşe dayalı Cumhuriyet Kentler dönemini yeniden başlatmalıdır.
Türk insanı afetlerden, ölümlerden, yıkımlardan korunmak isteniyorsa, derhal ve hiç vakit kaybetmeden, AFETSİZ GÜNEŞ KENTLER DÖNEMİ başlatılmalıdır.
Peki, afetsiz kentler nasıl gerçekleşebilir? Tabii ki önce Demokratik Sol bir felsefe ve yaklaşımla bunu hayata geçirebiliriz. Bununla ilgili tüm projelerimiz hazırlanmıştır.
Buna göre;
1’nci Adım, Güneş Kentler Yasası çıkarmak
Afete dayanıklı kentleri gerçekleştirmek için ilk yapılması gereken, yeni bir planlama anlayışını getirmekle başlar.
İlk yapılması gereken şey, Afet bölgelerine özel, Afetlere dirençli kentler yasasının çıkarılmasıdır. Bu planlama modeli sayesinde, hem doğal, hem de afetlerden etkilenmeyen kentler dönemi başlatılır.
2’nci Adım, AFETSİZ KENTLER STRATEJI PLANI. Depremde zarar görmüş kentler, “Afetsiz Kentler Strateji Planı” yaparak çalışmaları hemen başlatabilirler. Yeni bir plan yapmadan yapılacak her şey, spekülasyona, vurguna kapı açacak, kentlerin sağlıklı gelişmesini önleyecektir.
3’ncü Adım, TOPYEKÜN KALKINMA HAREKETİNİ BAŞLATMAK. Öncelikle yaralar sarılmalıdır. Bozulan ekonomi ve toplum hayatı düzeltilmelidir. Ancak bütün bunları yapabilmek için, yeni heyecanla başlayacak olan, topyekûn kalkınma dönemidir. Yeni plan sayesinde, yıkılan kentlerde, bir nevi seferberlik hareketi ile, hem kısa zamanda kentin yaraları sarılacak, hem de hızlı bir kalkınma hareketi başlatılacaktır. Plansız programsız yapılan her şey, zaman ve para kaybına sebep olur, rüşvet ve yandaş kayırma yüzünden, felaketler için ayrılan kaynaklar heba olur.
Sonuç olarak;
Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğu kabul edilerek, geçmişteki felaketlerden ders alınarak, spekülasyona vurguna açık, niteliksiz, doğal felaketlere dayanaksız, “İlkel Kentler” dönemine son verilmeli, dengeli kentleşme, sağlıklı ve sağlam kentler dönemi derhal başlatılmalıdır.” şeklinde konuştu.