Bir dostla sohbet ediyorduk, “Hasbî insan kalmadı” dedi. Yüzüm aniden acıyla kasıldı. Dostumun sözünü reddetme anlamına gelmiyordu. O, öyle anladı. Konuya devam etmeden soru geldi: “Var mı çevrende hasbî adam?”

“Çevremizde hasbî adam yoksa en büyük vebal kendimizde” diye düşündüm. Her kuş kendi cinsiyle uçar. Yol yürüdüğümüz, yanında durduğumuz, desteklediğimiz, aidiyet duygusuyla dolu olduğumuz insanın kalitesi kendi kalitemizi gösterir. 

“İnsanlar kuşlar gibidir, her kuş kendi cinsiyle uçar” demiş, “Kalplerin Azığı” adlı 4 ciltlik eserin sahibi sufî Ebû Tâlib el Mekkî.

Hindistan Bağımsızlık Hareketi’nin siyasi ve ruhani lideri Gandhi’nin, Londra’da hukuk okurken, kötü niyetli ve kibirli bir hocası varmış. Gandhi’yi sevmezmiş. Hoca üniversite kantininde yemek yerken Gandi tepsisini alıp yanına oturmuş. Hocası rahatsız olmuş ve küstahça bir tavırla, “Gandi, hiçbir zaman bir domuz ve bir kuş yan yana oturamaz” demiş.

Gandhi “Sakin olun hocam, ben uçuyorum öyleyse!” deyip bir başka masaya geçmiş. 

Bir sufî “Yükümlü insan, seçmede mecburdur” demiş.

Dostuma “Hasbî kelimesinin anlamını burada oturan 10 kişiye sorsak, kaç kişiden doğru cevap alırız?” diye sordum.

Bir eylem unutulursa, o eylemi ifade eden sözcük de unutulur. Sözcükler kaslarımız gibi. Kullanılmayınca ölürler. Dostum, oturduğumuz mekâna göz attı ve “Belki bir kişi” dedi. Mekânda 50 veya daha çok kişi vardı.

Hasbî “Bir karşılık beklemeden gönüllü olarak yapılan, Allah rızâsı için olan, karşılıksız” demek. 

Hasbî sözcüğünü hatırlatan olay, Necip Fazıl Kısakürek’in bir anısıydı. ‘Kutsal Çile’, ‘Yıldız ve Ateş Böcekleri’, ‘Edebiyatımızın Kozmik Odası’, ‘Edebiyatçılarımızdan İtiraflar’ eserlerinin de yazarı olan Adem Çevik’in derlediği ‘Edebiyatımızda Ramazan’ kitabında Necip Fazıl’ı ağlatan bir hasbî adam ve hasbîlik örneği vardır. Necip Fazıl, üzerinde tesiri oldukça derin olan anısını şöyle anlatmış: 

“Ramazandı. Oruçluydum. Tanıdığım bir tüccar iftar yemeğimi her gün evinden, hususi otomobiliyle gönderirdi. Ben de hapishane kapısının yanındaki tel örgüde yemeğimi beklerdim. Herkesin deliğine çekildiği o saatlerde bana izin verirlerdi. Yine böyle beklerken bir gün ihtiyar bir adam tel örgüye sokuldu. Üstü başı dökülen, amele kılıklı bir ihtiyar… Beni asla tanımadan: “Oğlum, içerde bir Necip Fazıl varmış! Şu karpuzu ona hediye getirdim. Allah rızası için götürüp verir misin?” dedi. Gözlerim, hücum eden yaşlardan yangın içinde: “Ver, baba, hemen götüreyim! Dedim ve aldım. İşte, hasbî, her türlü nefs oyunundan uzak, Allah için verilen hediye… Bu meçhul Müslüman’dan tüten edayı ömrümce unutamam… Keşke o karpuzu kesmeseydim; hep ona bakıp düşünseydim, İslam ahlâkımı fikretseydim, ağlasaydım, ağlasaydım…”

Necip Fazıl Kısakürek ve Refik Halit Karay. Edebiyatımızı zenginleştiren ve güzelleştiren iki kıymetli yazar. Türkçeyi bu ikisi kadar tatlandıran ve en az üç kuşağa okuma zevki veren başka yazarlarımız elbette var ama Necip Fazıl ile Refik Halit Karay’ı ilk sıraya koyarım. 

Necip Fazıl ile Refik Halit ayrı dünyaların insanı.   Necip Fazıl’ın karpuzlu yazısı bile inancının ve duygusallığının bir örneğidir. Refik Halit hazcıdır, dünyacıdır.  

Mevsimin en sıcak günlerini yaşıyoruz. Kavun karpuzla ferahlamanın tam zamanı. Bu yıl karpuz bolluğu var. Fiyatlarda tüketici açısından makul. Necip Fazıl’ın karpuz anısı bir hasbîlik örneğiyse, Refik Halit Karay karpuzla ilgili en güzel yazı yazan adamdır. Cümlenin  güzelliğine bakar mısınız:

“Karpuz, merkezi arzdan bize gönderilen bir hediye kutusu: Açınca küremizin âteşin bağrının soğumuş bir manzaracığı ile karşılaşırız; içinde âteşin rengi hâlâ var; fakat alevler ne tatlı bir su kesilmiş!”

Yazının devamı da karpuz gibi ferahlatıcı ve lezzetli:

“Karpuzda en hoşlandığım cihet kesilişidir. Olgun bir Tekirdağı’na şöyle üstünden sivri bıçağı sapladınız mı, kendiliğinden, kütür kütür diyerek kayar, yayılır gibi bir açılışı ve sonra buzlu, buğulu vücudunu önünüze bir serişi vardır, hiçbir meyvede bu keyfi bulamazsınız. (…)

Hâlbuki karpuzun pek esrarengiz, pek gizli, pek hafif, pek canlı bir kokusu vardır ki insanı adeta teheyyüç [heyecanlanma] eder. Kabalık onun kırmızı, müfrit [sınırı aşan, aşırı] etindedir.”

Hasbîlik ve harbîlik (doğru sözlü, mert) ikiz kardeşler. Hasbîliğin olmadığı yerde harbiliği göremezsiniz. Bu iki sıfat, karakterimizin kalitesini belirler. Hem hasbî hem harbî olabilsek dünya güzelleşir. 

Necip Fazıl’ın hapis yattığı Ankara Ulucanlar Cezaevi artık müze. Müzenin duvarında;

“Zindan iki hece Mehmed’im lafta!

Baba katiliyle baban bir safta” dediği ünlü şiiri yazılı. Ünlü şair gerçekten Ulucanlar’da baba katili olan bir başka yazarla aynı yıllarda hapis yatmış. 

Şiiri okuyunca hasbîliğin ve harbîliğin mazide kalmış olma ihtimali yüreğimi yaktı. Bu yangını ne Tekirdağ ne Diyarbakır karpuzu söndürebilir.

CEVAP VER