CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Biz okulların, öğrencilerin hangi noktaya geldiğini dillendirdiğimizde bize şunu söylüyorlar: “Siz terör örgütüyle aynı dili konuşuyorsunuz.” Sanki Milli Eğitim Bakanlığını FETÖ terör örgütüne biz teslim etmişiz gibi. Paralel eğitim sistemi kurdular. Biz bunu dillendiriyoruz rahatsız oluyorlar. Zaten siz rahatsız olun diye dillendiriyoruz. Okullar bir siyasal partiye militan yetiştirme yeri değildir Eğer okulları bir siyasal partiye militan yetiştirmek gibi düşünürseniz kaybeden Türkiye olur, kaybeden hepimiz oluruz, aynı gemideyiz. 100 yıl sonrasını düşünmek zorundayız ve ona göre politikalar oluşturmak zorundayız” dedi.

Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun Ankara Bilkent Otel’de düzenlenen Eğitim Çalıştayı’nda yaptığı konuşma şöyle:

EĞER BİR ÜLKEYİ GERİ BIRAKTIRMAK İSTİYORSANIZ EĞİTİM SİSTEMİNİ BOZACAKSINIZ

Saygıdeğer katılımcılar, bugün burada Türkiye’nin en temel sorunlarından birisini yani eğitim sorununu konuşacağız, eğitimi konuşacağız. Neden eğitim Türkiye’nin en temel sorunu? Türkiye büyümek istiyor, Türkiye gelişmek istiyor, Türkiye dünya çapında yeni sanatçılar çıkarmak istiyor. Türkiye bilimde, teknolojide ilerlemek istiyor. Türkiye insan haklarında, kadın – erkek eşitliğinde çağdaş uygarlığın benimsediği bütün kuralları kendi ülkesinde yaşama geçirmek istiyor ve Türkiye hem bölgesinde, hem dünyada saygın bir ülke olmak istiyor. Bunun tek yolu var eğitim. Eğitim bu kadar önemli. Eğitimin önemini vurgulayan temel kural bakanlığın adının başında milli olmasıdır. Adı üstünde Milli Eğitim Bakanlığı. Yani kendi milli değerlerimizle evrensel değerleri buluşturmaktır. Eğer siz kendi milli değerlerinizle evrensel değerleri, yani bilimi, yani aklı, mantığı, yani merakı, yani sorgulamayı çocuklarımıza öğretirseniz, emin olun Türkiye’nin önünde hiçbir güç duramaz. Eğer bir ülkeyi geri bıraktırmak istiyorsanız o ülkeyi işgal etmenize gerek yok. Sadece ve sadece eğitim sistemini bozacaksınız. Eğitim sistemini bozduğunuz andan itibaren o ülkenin geriye gittiğini görürsünüz. Tarih bunun örnekleriyle doludur. Osmanlı’yı alalım, başlangıç görkemli yıllarını alalım, altın çağlarını alalım Osmanlı’nın, Fatih dönemini alalım, Kanuni dönemini alalım. Bilime verilen önem, eğitime verilen önemi görürsünüz orada. Tek başına Fatih 6 yabancı dil biliyor. İyi bir eğitimden geçmiş, aynı zamanda şair. Bilim insanlarını Türkiye’ye davet ediyor, yani Osmanlı’ya, yani İstanbul’a davet ediyor. Ali Kuşçu var Tebriz’de, astronomi konusunda dünya çapında bir insan. Fatih gelir, Fatih onu İstanbul’a davet eder “Gel bizim medreselerde ders ver” diye. Sonra ne oluyor? Bütün bu tablonun geriye gittiğini görüyoruz. Devletlerin yıkılışındaki temel olgu, temel gerçek eğitimin o devletlerde iflas etmesidir. Eğer bir ülkede eğitim gelecek yüzyılı belirlemiyorsa, gelecek yüzyılın altyapısını oluşturamıyorsa, dünyayla rekabet edebilecek bir yapıyı oluşturamıyorsa, bir insan yani beşeri sermaye oluşturamıyorsa toplum geriye gider ve bir süre sonra yok olur.Osmanlı’nın batışına bakın bu gerçeği bütün çıplaklığıyla görürsünüz.

EĞİTİM HEPİMİZİN ORTAK SORUN ALANIDIR

Okuma – yazma oranı, 1800’lü yıllarda yapılan çalışmalar var yüzde 5, yüzde 90-95’i okuma yazma bilmiyor diye resmi kayıtlara düşülmüş. Aynı yıllarda Almanya’da okuma – yazma oranı çok daha yüksek yüzde 70-75, İngiltere’de öyle, Fransa’da öyle, Japonya’da öyle. Peki neden bilime, neden eğitime değer vermedik? Eğer tarihi iyi bilirsek tekerrür ettirmeyiz. Tarih bize çok şey öğretir. Bütün somut gerçekleri orada görebiliriz. Yaşanmış gerçekler bunlar ve biz o yaşanmış gerçeklerden ders alarak geleceği inşa etmek zorundayız. Eğer yaşanmış gerçekleri tekrar edersek kendi sonumuzu kendimiz hazırlamış oluruz.

Değerli dostlarım, 20 ve 21.yüzyıllarda dünyanın en stratejik ürününün insan beyni olduğunu artık insanlık tartışmasız kabul etti. Yani akıl. Aklın merakı doğurduğu, merakın gelişmeleri tetiklediğini unutmamak gerekiyor. Eğer biz doğuştan gelen bu yeteneği, merak yeteneğini eğitimle güçlendirirsek, çeşitlendirirsek o zaman emin olun Türkiye çok daha iyi yere eğitim sorununu taşımış olur. Hep birlikte yaşanan sorunları masaya yatırmak, hep birlikte yaşanan sorunlara çözüm üretmek hepimizin ortak görevi olur. Bunun bir partiyle, eğitimin bir partiyle, eğitimin bir grupla, eğitimin bir başka yerle ilgisi yoktur. Eğitim toplumun hangi görüşten, hangi kimlikten, hangi inançtan olursa olsun hepimizin ortak sorun alanıdır. Neden ortak sorun alanı diyorum? Çünkü insanlığın doğuşundan bu yana sorun alanları tükenmemiştir, bundan sonra da tükenmeyecektir. Yapılan her çalışma, her çözüm yeni sorun alanlarını, yeni merak alanlarını doğurur zaten.

EĞİTİMDE REFORMU BU İŞİN UZMANLARI YAPAR

O nedenle eğitimde reform sürekli olması gereken bir şeydir. Reformu bir kez yaptık ve olay bitti. Hayır, olay asla bitmiyor. Eğer insanoğlu tekerleği 3 milyon yılda bulmuş ve bugün her saniyede birden fazla bilginin, buluşun altına imza atıyorsa insanoğlunun geldiği süreci gösteriyor, yaşadığı süreci gösteriyor. Peki, eğitimde reformu nasıl yapmalıyız, eğitimde reformu kimler yapmalı? Bütün dünyanın bildiği bir gerçek var. Eğitimde reformu bu işin uzmanları, bu işi araştıranlar, bu işi dünya çapında sorgulayan insanlar yapar. Çocuklar sadece benim çocuğum, sadece sizin çocuğunuz değil. Bu ülkede yaşayan bütün çocuklar hepimizin çocuklarıdır. Hiç kimsenin nasıl burnunun kanamasını istemezsek her çocuğumuzun çok iyi eğitim almasını isteriz. Çocuklarımızı okula gönderiyoruz. Acaba huzur içinde gönderebiliyor muyuz? Mahalledeki okulumuzdan memnun olmadığımız için çocuğumuzu başka bir yerdeki okula gönderiyoruz, neden? O okulda daha iyi ders veriliyor diye. Demek ki, sorun var. Aşılması gereken sorunlar var, yaşanan sorunlar var. Eğitimde reformun altına imza atacaklar liyakat sahibi kişilerse hiçbir sorun yok. Orada sorunlar çözülür. Neden? Aklın egemen olduğu bir masada sorunlar çözülür, tartışılarak, ortak akıl üretilerek çözülür. Ama siz orada değil de sorunu görüp fakat başka amaçlarla çözüm üretiyorsanız eğitimi perişan edersiniz. Eğitim, çocukların bir siyasal partinin arka bahçesinde okuyan okullarda gerçekleştirilmesini sağlamak değildir arkadaşlar. Eğitim çağdaş uygarlığı yakalamaktır, çağdaş uygarlığı aşmaktır. Eğitimin özünde yatan budur. Sevgi var çünkü, barış var çünkü, rekabet var çünkü. Yeni buluşların altına imza atmak var çünkü. Ekonomide güçlü olmak var çünkü. Eğitimin temel amaçlarının bunlar olması lazım. Analitik düşünme, matematiğe neden bütün dünya önem veriyor? Sorun geldiği zaman sorunu bütün cepheleriyle görmek ve ona çözüm üretmek için.

4+4+4 İBRETLİK BİR OLAYDIR

Hindistan’a bir grup arkadaşımız gitti, Hindistan’da neden yazılım sektörü olağanüstü gelişiyor diye. Bize verilen 2,5 – 3 sayfalık bir rapor var. Okul öncesi matematik oyun içinde çocuklara öğretiliyor. Mukayese yapma yeteneği geliştiriliyor. Acaba biz bunun neresindeyiz? Yeteri kadar sorgulayabiliyor muyuz? Eğitimde reformun uzmanlar tarafından yani bu işin uzmanları tarafından yapılmasını söyledim. Bizde eğitimde reform diye önümüze konan 4+4+4’ü kimler yaptı? O konuda size kısaca bilgi sunmak isterim değerli arkadaşlarım. Gerçekten ibretlik bir olaydır 4+4+4’ü kimler gerçekleştirdi?

4+4+4 eğitim sistemi parlamentoya bir kanun teklifi olarak verildi. Yani 4+4+4 sistemi bakanlar kurulunda görüşülmedi, Milli Eğitim Bakanlığında görüşülmedi, Milli Eğitim şuralarında görüşülmedi, kalkınma planlarında yoktu. 5 milletvekili imza attı altına, 5 milletvekilinin hiçbirisi eğitimci değil. Bu tablo başlı başına eğitimin nasıl katledildiğini gösteriyor bize. Buna itiraz ettik, “Yanlış yapıyorsunuz” dedik, çocuklarımız için söyledik bunu. Anayasa Mahkemesine kadar götürdük olayı. Ama bugün bütün anneler çocuklarını sabah okula gönderirken huzur içinde göndermiyorlar. Çocuğu hangi okula gidecek belli değil. Parası olan çocuğunu özel okula gönderiyor. Yoksul olan ise zorunlu olarak devlet okuluna gönderiyor. Varsılla, yoksul arasındaki eğitim harcaması arasındaki fark 78 kat. Hepimizin oturup düşünmesi lazım. Bu işin sağı, solu yok arkadaşlar. Bu işin ortası yok. Bu işi akıl masasına yatırmak ve orada görüşmek zorundayız. Birlikte tartışmak zorundayız, çözüm üretmek zorundayız çocuklarımız için, Türkiye için. Yapmazsak görevimizi yerine getirmemiş oluruz. Türkiye nereye geldi?

Az önce size Osmanlı’dan söz ettim, Fatih döneminden söz ettim, sonra okuma yazma oranının nasıl düştüğünü, eğitimin nasıl geriye gittiğini örneklerle verdim. Bir örnek daha vermek isterim. Oradan Türkiye’ye gelip oradan da bir başka örnek vereceğim size. Takiyüddin El Raşid vardır 1570’li yıllarda III. Selim tarafından müneccimbaşılığa tayin edilir. Bir bilgindir bu, alanında bir bilgindir. Matematiği olağanüstü bilen bir insandır. Galata Kulesinde gözlemlerde bulunur uzayla ilgili. Sonra Padişah III. Murat buna tophanede bir rasathaneye yaptırır işini daha iyi yapsın diye. Çalışır, gözlemlerde bulunur, haritalar çizer. Fakat bir süre sonra bir fetva verilir. Fetva şudur; “Rasathaneler bulundukları ülkeleri felakete sürüklerler” diye ve bu rasathane yerle bir edilir. Takiyüddin El Raşid hayata küser.

Değerli arkadaşlarım, bu kişi matematik, astronomi, fizik alanında eserler vermiştir Takiyüddin El Raşid. Copernicus’den önce sinüs, kosinüs, tanjantı kullanmıştır. Yaptığı saatlerin saniyesini kullanan insandır. Ve Osmanlı geriye gitmiştir.

ÖĞRETMENLERİ BAŞ TACI YAPMAYAN BİR TOPLUMUN GELECEĞİ YOKTUR

Şimdi geliyorum 21.yüzyılın Türkiye’sine eğitimde nereye geldiğimizi göstermek açısından. Bir üniversite rektör yardımcısını yaptığı açıklama hepimizin belleğinde. Ama ben yine de bu toplantı nedeniyle bunu tekrar etmek isterim. Şöyle diyor üniversitedeki rektör yardımcısı. “Ben daha çok cahil ve okumamış, tahsilsiz kesimin ferasetine güveniyorum bu ülkede. Ülkeyi ayakta tutacak olanlar okumamış, hatta ilkokul bile okumamış, üniversite okumamış cahil halkın ferasetine de güveniyorum”. Nereye geliyoruz arkadaşlar? Bunun hepsinin sorgulanması lazım. Öğretmenler bu toplumda hepimizin baş tacı yapması gereken kişilerdiröğretmenler. Öğretmenleri baş tacı yapmayan bir toplumun geleceği yoktur arkadaşlar. Çocuğumuzu inşa eden, çocuğumuzu yetiştiren, onun yeteneğini keşfeden, o yeteneklerin gelişmesini sağlayan kişinin adı öğretmendir. Öğretmeni böyle tutmamız lazım. Eğer bir ülkede öğretmeni açlığa mahkum ederseniz, öğretmen aybaşını nasıl getiririm diye düşünürse çocuğumuza yeterli zaman ayıramaz. Öğretmeni baş tacı etmenin yolu öğretmene özgürlük alanı vermek, öğretmeni mali açıdan güçlendirmektir. Bugün gönüllü olarak bütün terör örgütünün bulunduğu bölgelere gidenler öğretmenlerdir. Oradaki çocuklara sevgiyi aşılayan öğretmenlerdir. Yurt sevgisini, vatan sevgisini, bayrak sevgisini aşılayan öğretmenlerdir. Birlikte yaşama kültürümüzü o çocuklarımıza öğretenler öğretmenlerdir. Öğretmeni baş tacı yapmayan bir toplumun geleceği yoktur arkadaşlar. Biz öğretmenlerimizi sürüyoruz. Okullar açılacak yüzlerce öğretmen, binlerce öğretmenin tayini çıkıyor. Eşi bir tarafa, kendisi bir tarafa. Akıl var mantık var aile bölünür mü? Tayin çıkaracaksan objektif kriter koyarsın, objektif kriterlere göre kişi nereye, hangi bölgeye tayininin çıkacağını bilir. Ama bütün bunları yok ederek, eğitim sistemini allak, bullak yaparak nereye gidecek Türkiye ve Türkiye’yi nereye taşıyacaksınız?

EĞİTİMİN ÖNEMİNİ KAVRAYAN CUMHURİYETİ KURANLARDIR

Bugün geldiğimiz nokta arkadaşlar UNICEF’in yaptığı çalışma var, Türkiye eğitim kalitesi bakımından 41 ülke arasında sonuncu. Bizim çocuklarımız mı yeteneksiniz? Hayır efendim çocuklarımız yetenekli. Eğitimle köreltiyoruz çocukların yeteneğini. Yanlış eğitiyoruz çocuklarımızı, bilimsel eğitmiyoruz. İşin uzmanı eğitim politikalarını belirlemezse sonuç böyle olur. Adı milli olan bir bakanlıkta, gayri milli eğitim yapılırsa bu olmaz. Kendi tarihine saygı duyması lazım. Eğitim konusunun önemini kavrayan bu cumhuriyeti kuranlardır arkadaşlar. Eğitimin önemini kavrayan cumhuriyeti kuranlardır. “Cumhuriyetin kuruluş değerlerine dönmemiz gerekir” dememizin temelinde yatan da budur. Anadolu’da okuma – yazma oranı erkeklerde yüzde 5 – 6. Bazı araştırmalara göre yüzde 8. Kadınlarda okuma – yazma oranı binde 8. Bin kadından 8’i biliyor. Üniversitelerde ders veren bir tek kadın akademisyen bile yoktu. Ama o insanlar olağanüstü çaba harcadılar. Millet Mektepleriyle okuma yazma öğrettiler, köy enstitüleriyle çocuklarımızı yetiştirdiler, dünyayı öğretmeye çalıştılar bu insanlara, bu çocuklara.

MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI DAHA DÜNE KADAR FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜNÜN ELİNDEYDİ

Ama maalesef bunların tamamında sorunu aşamadık. Oysa iyi bir insan potansiyelimiz var, öğretmenlerimiz çok iyi. Ama onların önü kesiliyor. Üniversitelerimiz bilgi üretemez noktaya geldi. Hep örnek veririm, İran üniversitelerinin ürettiği bilgi sayısı Türk üniversitelerini geçti. Bu beni rahatsız ediyor. Ama iktidarı hiç rahatsız etmiyor, onlar rahatsız olmuyorlar. Biz bunu söylediğimizde okulların, öğrencilerin hangi noktaya geldiğini dillendirdiğimizde bize şunu söylüyorlar: “Siz terör örgütüyle aynı dili konuşuyorsunuz.” Sanki Milli Eğitim Bakanlığını FETÖ terör örgütüne biz teslim etmişiz gibi. Milli Eğitim Bakanlığı daha düne kadar FETÖ terör örgütünün elindeydi, onlar yönetiyordu Milli Eğitim Bakanlığını. Onlar ne istedilerse verdiler. Kendileri de itiraf ettiler. Okul istediler okul verdiler, öğretmen istediler öğretmen verdiler, arsa istediler arsa verdiler, ihale istediler ihale verdiler, üniversite istediler üniversite verdiler. Peki Allah aşkına söyler misiniz devlet okullarında çalışan öğretmen ne istedi de neyi vermediler? Ne istediyse hiçbir şeyi vermediler.

KAYBEDEN HEPİMİZ OLURUZ, AYNI GEMİDEYİZ

Böyle bir eğitim sistemi olabilir mi? Paralel eğitim sistemi kurdular. Biz bunu dillendiriyoruz rahatsız oluyorlar. Zaten siz rahatsız olun diye dillendiriyoruz. Bir Milli Eğitim Bakanlığını yani Milli Eğitimi terör örgütüne teslim eden bir hükümete ne diyeceksiniz Allah aşkına? Hala sorun tam çözülmüş değil. Biz çocuklarımızın güzel bir eğitim almasını istiyoruz, çağdaş bir eğitim almasını istiyoruz, bilimsel bir eğitim almasını istiyoruz, onların ufuklarının gelişmesini, büyümesini istiyoruz. Bizim arzu ettiğimiz bu. Eğitim az öncede söyledim bir siyasal partiye militan yetiştirme yeri değildir okullar. Eğer okulları bir siyasal partiye militan yetiştirmek gibi düşünürseniz kaybeden Türkiye olur, kaybeden hepimiz oluruz, aynı gemideyiz. 100 yıl sonrasını düşünmek zorundayız ve ona göre politikalar oluşturmak zorundayız. Bunu yapamazsak sorun çözülemez değerli arkadaşlarım.

Bu arada iki değerli insanımızı kaybettik. Doğan Yurdakul’u ve Şerif Mardin’i. Doğan Yurdakul bu ülkenin yetiştirdiği değerli aydınlardan birisiydi. Her aydının kaderi gibi, o da yaşamının büyük bir kısmını darbe dönemlerinde hapishanede geçirdi. Hayatını kaybetti, eserleriyle yaşayacak. Onu rahmetle, minnetle anıyoruz.

İkincisi, Şerif Mardin dün akşam hayatını kaybetti. Şerif Mardin’in özelliği düşüncelerini hiçbir iktidara ve partiye bağlı olmaksızın özgürce dile getirmiş olmasıdır. Dünya çapında bir sosyologdu, bir araştırmacıydı, bir entelektüeldi. Onun kaybı da bilim dünyası açısından çok önemlidir. Onu da rahmetle, minnetle ve şükranla anıyoruz.

Ben bu toplantıya katılacak, düşüncesini açıklayacak, ufkumuzu genişletecek bütün değerli konuşmacılara yürekten teşekkür ediyorum. Hepiniz hoşgeldiniz, sağ olun, var olun diyorum.

CEVAP VER