Sovyet ordusu, Azerbaycan Türklerini vahşice yok etmeye kalktılar Azerbaycan’ı işgal etmek, orada bin yıllarla dede-baba topraklarında yaşayan Azerbaycan Türklerini yok etmek, etnik temizleme yapmak amacıyla Kremlinde, Politbüro tuzak planı hazırladı. Ve planın baş mimarları Ermeni Taşnaksütün partili, Kremlin kilit isimleri, Mihail Gorbaçov’un siyasi Danışmanları: Agambekyan ve Şahnazarov olmuşlardır. Yani hiç ne tesadüfü olmamıştır, her şey planlı olarak, düşünülmüştür, tıpkı 1920 yılında olduğu gibi planlı şekilde de gerçekleşmiştir. Ermeni Taşnaksütün partili üyeler, fikir merkezi sayılan Fransa’daki Ermeni lobisinin desteği ve ideası ışığında Azerbaycan Türklerine karşı başlattıkları soykırım planı devam ediyordu. Planı daha önce de gerçekleştire bilirlerdi. Âmâları vardı, sorun Büyük Önder, Haydar Aliyev idi. Politbüro’da Gorbaçov’un Karabağ planına karşı tek başına
direniyordu. Buna göre, ilk önce büyük devlet ve siyaset dehası, merhum Haydar Aliyev’i
Politbüro’dan istifaya zorladılar. Büyük Önderin istifasından tam 20 gün sonra, Gorbaçov’un siyasi Danışmamı ve ilk ağzı sayılan-Agambekyan, Fransa’da Taşnaksütün partili lobilerin karşısında, “Karabağ Ermenilerindir”, konulu konuşması tüm dünyada yankı uyandırdı ve Gorbaçov’u hareketlendirdi. Bu konuşması ile bin yıllarla Batı Azerbaycan topraklarında, ta Osmanlıdan önceleri burada yaşayan soydaşlarımızı zor kullanarak göç etmeye başladılar. Ezeli dede-baba Karabağ topraklarında meskûnlaşan soydaşlarımız, Rusların teşviki ve bizzat yardımıyla öldürülmeye, kovulmağa başladılar. Böylece, Karabağ’da yerleşen 336. Rus Tugay Komutanlığı ve Ermenistan Silahlı Kuvvetleri güç kullanarak Azerbaycanlıları öldürmeye, evlerini yakmaya ve topraklarımızı işgal etmeye başlamış oldu. Dikkat ederseniz, ne zaman?

POLİTBÜRO’DA HAYDAR ALİYEV’E KARŞI TUZAK

Ulu önderimiz Haydar Aliyev, Politbüro Üyeliğinden ve SSCİ Başbakan Birinci Yardımcısı görevinden istifa ettikten sonra Ermenilerin baskısı ve Gorbaçov’un düğmeye bastığı günden sonra. Bu çok önemli noktadır, buna dikkat etmeliyiz. Daha önceleri bunu yapamadılar. Daha doğru demiş olsak,
yapamazdılar. Çünkü Politbüro’nun tepesinde ikinci isim olarak Haydar Aliyev iradesi, Aliyev gücü ve Aliyev direnişi vardı. Ona karşı kimse gelemiyordu. Çok-çok sonralar Politbüro Üyesi, Akademik Yakovlev, gerçekleri yazmaya başladı. O şöyle yazıyordu, “Haydar Aliyev onurlu bir simaydı. Yüksek kültür adamı, kibar, fevkalade bilgili ve deneyimli siyaset ve devlet adamıydı. Onun dışında hiç kimse Gorbaçov’a karşı gelemiyordu. Sadece Aliyev, Gorbaçov’un almış olduğu yanlış kararlara karşı çıkıyor, eleştirilerini mertçe yapıyordu. Karabağ konusunda ise son toplantıda Gorbaçov ona yüklendi ve şöyle dedi: “Hadi yoldaş Aliyev, verelim Karabağ’ı Ermenilere, bununla da olay bitsin. Ve söz veriyorum ki,
bu konu bir daha gündeme gelmeyecektir”, dediğinde Haydar Aliyev, sert hareketleriyle yerinden fırladı: “Bu mümkün değil, bu olamaz, tarihi topraklarımızı vermeye izin veremem. Ben evet, söylesem bile halkım buna karşı çıkacaktır… Tarihte hep böyle yapılmıştır, topraklarımız, bütün Batı Azerbaycan toprakları Ermenilere peşkeş edilmiştir. Yeter artık… Bunu yapamazsınız…” dedi. O zaman Gorbaçov gülcüydü, kararına karşı kimse duramıyordu, hepsi susuyordu, Aliyev ise direnişine devam ediyordu… Gorbaçov, Sayın Aliyev’i kıskanıyordu. Ayriyeten, Ermeni danışmanları, Agambekyan ve Şahnazarov’un etkisi altında hareket ettiğini hepimiz biliyorduk. Fakat kimse bir şey yapamıyordu.
Bütün bunlar yanlış idi. Haydar Aliyev Politbüro’dan onuruyla ayrıldı ve halkının safında direnişine devam etmeye başladı. O çok cesur ve dürüst bir devlet adamıydı. Hak yerini buldu ve halk kendi evladını bağına almış oldu”. Karabağ olayları patlak verdi ve Rus Ordusu Azerbaycan’ın her yandan çembere aldı. Karabağ’da eğitimi zayıf olan askerlerimiz ile Rus Ordusu ve Ermenistan Silahlı Kuvvetleri arasında 24 saat savaş gidiyordu. Öte yandan Rus Silahlı Kuvvetleri de Azerbaycan’ı Kuzeyden, Batıdan, Güneyden, Doğu’dan (Denizden) ablukaya almış, Politbüro’dan girmek için izin bekliyordu.

RUSLAR VE ERMENİLER AZERBAYCAN’I İŞGAL ETTİLER

Bakü’de Azatlık Meydanında ise Lenin’in heykeli halk tarafından, linç edildi, dağıtıldı, her gün milyonlarla insan burada gece-gündüz demeden Rus Ordusuna ve Ermenistan Silahlı Kuvvetlerine lanet yağdırıyordu. Her gün Karabağ’da şehit olan gençlerimiz için meydanda taziye çadırları kuruluyordu, hepimiz diz üste oturup dualar ediyor, cenazeleri Şehitler Hıyabanına götürüyorduk.
İzdihamın arasında ben de vardım ve bütün dostlarımız, tanıdıklarımızda oradaydılar. Bütün
Azerbaycan halkı meydandaydı. Konuşmacılar şair, Milletvekili dostum, Sabir Rüstemhanlı, Akademik, Ziya Bunyadov ve başkaları oluyordu. Biz Azatlık meydanında geceleri de ateş yakıp, kalıyorduk.
Burası halkın dövünen kalbi haline gelmişti. İktidarda olan Vezirov ise, gizlice Moskova’ya gitmişti, toz olmuştu. Yerine Rus yanlısı Mutalibov gelip tahtta oturmuştu ve Rusların diktesiyle davranıyordu. Halkın, “Azatlık ve Bağımsızlık” isteğine karşı cephe almıştı. Rusların safında yer almıştı ve sonu da hüsranla bittiğini hepimiz biliyoruz. Son günü çok iyi hatırlıyorum. Sabah erkenden meydana geldiğimde “Rus Ordusu Bakü’nün on kilometreliğinde durmuş, “her an Bakü’ye gire bilirler”, haberleri dolaşıyordu. Rahmetlik dostum, ünlü gazeteci, Abdulgeni Kadirov ile birlikteydim. Öğlen yemeğini beraber yedik. Bana şöyle dedi:-Arabanla pek dolaşma, çolum-çocuğunu al reyona git, kalma. Bu gün, yarın girecekler. Ruslar insanlarımızı kesip doğrayacaklar, bilirim…” dedi. “Ben neden
reyona gidiyim, anlamıyorum. Zaten Ruslar her köşeyi basacaklar, köy ve kasabaları da alacaklar. Onu metroya dek yola saldım. Teyzem oğlu Asker Kerimov’u da yanıma alıp arabamla eve geldik. Akşam tahminen on civarında yemek yiyorduk. Eşim, iki çocuğum da yanımdaydı. Sonra teyze oğlu askeri yola saldım, aradan bir saat geçmişti. İçimde rahatsızlık vardı. Yazmak istedim, yazamadım, elime kitap aldım, okuyamadım. Huzurum yoktu o dakikalarda. Eşim de bunu duyuyordu, fakat bir şeyler yapamıyorduk. Her şey bir anda oldu… Bir anda semada ışıklar parladı, yer, gök apaydın ışıklandı. Oğlum pencereye yaklaştı, “Baba, ışıklara bak, bayramdır”.

ÇİFTE SİLAHIMLA KAPIDA BEKLEDİM

Hiç anlamadan, balkona çıktım ve derhal da içeriye fırladım. Rus Ordusunun sırayla, binamızın önünden, Bakıhanov Caddesinden Azatlık Meydanına doğru yürüdüklerini gördüm ve peş peşe silahların sesini duydum. Çocuklarla birlikte yere yattık… Tanrıya dua ettim, hepimiz yere, halının üzerine uzandık. Katil Sovyet Ordusunun eli silahlı Rus askerlerin ayak sesleri bizi korkutuyordu. Ve olanlar oldu… Dışarıda silah sesleri duyuldu. Binamıza da ateş ediyorlardı. Yerimden kalktım, ışıkları kapattım. Kitap rafından el fenerini aldım. Çocukları yatak odasına aldık. Eşimi yanlarında oturttum.
Yan odadan çifte silahımı aldım, kurşunları yerleştirdim ve demir kapı önünde yerimi aldım.
Düşüncelerim şöyleydi: “Eğer kapıya gelmiş olsalar ateş edecektim, yapacak başka çarem yoktu. O anda ölümü düşünmüyordum; çocuklarımı, ailemi korumak için canımı feda edecektim. Bu gün de olsa aynısını yapacaktım. Başka ne yapa bilirdim ki? Kapıya yaklaşan askere ateş edecektim… Ve dua ediyordum ki, kapıma gelmesinler… Bu arada telefon çaldı. Sanatçı dostum Maksut Mamedov idi. Onların evi tam Azatlık meydanının önündeydi. “Burası cehennem gibidir, meydan ölülerle dolup taşıyor, dedi. Meydandakileri öldürüyorlar, ateş açıyorlar, arabalara, insanlara. Bayıl tarafta ölü sayısı çoktur. Ambulanslar peş-peşe yaralıları taşıyor hastanelere. Aman dışarıya çıkma, evde otur, kapıyı da kimseye açma…” dedi. Nefesim sıkılıyordu, beklemedeydim, gelen-giden yoktu. Bir anda kapı
dövüldü, silahı çektim, kapı bir daha dövüldü. Sonra sesler duydum, karşı komşuydu. Demir kapıyı açtım, önümde komşu oğlu Tahir duruyordu: “Hocam, lütfen evden dışarıya çıkmayın, rastgele ateş ediyorlar. Önlerine çıkanı öldürüyorlar, yakıyorlar, asit atıyorlar insanlara”, dedi ve derhal evine gitti, kapıyı kapattı… Ben de demir kapıyı içerden kilitledim…

Devamı vardır

CEVAP VER