Her yıl Mayıs ayına girerken hep heyecanlanırım çünkü içinde Atatürk’ün gençlere özel armağanı olan “19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı” vardır.
Atatürk’ün devrimlerini bütün dünya hep hayranlıkla karşıladı. Ama nedense o devrimler arasında “spordaki devrimi” hep geride kaldı, gerçek anlamda yeterince ifade edilemedi.
O yüzden bugün bilhassa büyük liderin spora verdiği önem ve sporun gelişmesinde önemli katkılarından söz etmek istiyorum:
Atatürk, spor faaliyetlerine ve sporculara büyük önem verirdi. Ona göre spor, ulusal bir görevdi. Gençliğin ruhen, ahlaken, bedenen, fikren, zihnen ve ilmen çok iyi yetişmesini ister; bilimin ve sporun önemine her fırsatta değinirdi. Bu nedenle, gençliğin “beden eğitimi ve spor” faaliyetlerine her zaman yakın ilgi göstermiştir. Bu, onun sporcu kişiliğinden de kaynaklanmaktadır.
Atatürk’ün Türk sporundaki ilk imzası, 1915 yılında izcilik alanındadır. “Osmanlı Genç Dernekleri Genel Müfettişliği”ne atanmasından kısa süre sonra bir rapor hazırlayarak zamanın hükûmetine sunan Atatürk’ün üzerinde durduğu ana noktalar şunlardı:
“Yeni neslin fikrî ve bedensel eğitimi için genç dernekleri ve izcilik ele alınmalıdır.
Gençler 12 yaşından itibaren esaslar dâhilinde yetiştirilmelidir.
Beden eğitimi ders saatleri artırılmalıdır.
Beden eğitimi okullarda programlı olmalıdır.
Spor kulüplerinde sağlığın korunması için spor fizyolojisi ele alınmalıdır.
Spor kulüp başkanları siyasetin dışında kalmalıdır.”
Büyük Lider, ileride bir Cumhuriyet kuracağını ve kuracağı Cumhuriyetin bekçilerinin sağlıklı, zinde ve sportif olması için zamanın Hükümetine çok açık hükümlerle rapor vermiştir.
O dönemde savaşın tam ortasında, tam bir ölüm kalım mücadelesinin hüküm sürmektedir. Düşünülsün ki koca bir imparatorluğun tarih sahnesinden silinmesi an meselesidir. İşte böyle bir zamanda Atatürk geleceğe umutla bakmaktadır.
Büyük Lider, içindeki Cumhuriyet aşkıyla 16 Mayıs 1919’ta çıktığı azimli Kurtuluş Mücadelesini 9 Eylül 1922’de İzmir’in düşman işgalinden kurtarılmasıyla neticelendirdi.
İşte o büyük Kurtuluş mücadelesi zamanlarında bile geleceğin dinamiklerini inşada geri kalmadı. 1920’de desteklediği, askerî bir spor kulübü olan Muhafız Gücü kuruldu.
Büyük önder, çok önemli başarılara imza atan bu kulübü yakından takip etti.
16 Temmuz 1921’de Maarif Kongresi’nde yaptığı konuşmada, “Genç bir baş ancak dinç omuzlar üzerinde durabilir.” demiştir.
Mustafa Kemal Paşa, 18 Mart 1923 tarihinde Tarsus Çiftçiler Yurdu’ndaki konuşmasında, “İyi çiftçi yetiştirdik; çünkü topraklarımız çoktu, iyi asker yetiştirdik; çünkü o topraklara kasteden düşmanlar fazla idi.” dedi.
Nihayet 29 Ekim 1923’de Türkiye Cumhuriyeti kuruldu ve hemen ardından Paris 1924, VIII. Olimpiyatlarına davet aldı. Büyük Atatürk tereddütsüz bu olimpiyatlara katılmamızı istedi. Konuyu 16 Ocak 1924 tarihinde Bakanlar Kurulu’na getirdi. Olimpiyatlar için 17 bin TL ödenek ayrıldı. Karar verildi: Henüz 2,5 aylık Türkiye Cumhuriyeti olimpiyatlara katılacaktı.
1924 Olimpiyatları genç Türkiye Cumhuriyetinin dünyaca tanınması için bulunmaz fırsattı. Kolay değildi. Savaştan çıkılmış, ekonominin önemli dinamiği çoğu genç insanımızı şehit vermiş, henüz bir devlet düzenine geçememiştik. Hele Osmanlı Devleti’nin borç ödemeleri yeni devletin omuzlarında idi. Halk iyice yoksul düşmüş, salgın hastalıklarla mücadele ayrı bir sıkıntı idi.
Atatürk’ten başka olimpiyatlara katılmamıza sıcak bakan insan sayısı parmakla sayılırdı. Bir ara Atatürk’ün yüzüne karşı parasızlığımızdan bile söz edildi. Onun kararı ise kesindi: “Ben Milli Mücadeleyi para ile mi yaptım? Para bulunur. Başarı elde edildikçe para temin edilir.”
Atatürk, çevresine sık sık sporun geleneksel halden çıkarılması telkininde bulunuyordu. Bunun için bilimsel esaslara göre, uzman nezaretinde çalışılması talimatını verdi ve Avrupa’dan uzmanlar getirtildi.
1924 Olimpiyatlarında Türkiye Güreşte 75 kg güreşçimiz Tayyar Yalaz, İspanyol ve Fransız rakiplerini yendikten sonra kolundan sakatlandı, dereceye giremedi. Başka da bir varlık gösteremedik.
1924’te Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Spor Kongresi toplandı. 1924 yılından 1938’e kadar devam eden bu kongrede, Türk sporunun gelişimi konusunda çeşitli projeler hazırlanmıştır.
Atatürk, 1925’te Ankara Hipodromu’nu inşa ettirerek At ve At Yarışı Islah Encümeni’ni kurdurdu.
Atatürk, sadece erkekleri değil kadınları da sporda görmek istiyordu. 1926 yılında, Ömer Besim Koşalay ile birlikte çalışmalar yapıldı ve ilk kadın atletler faaliyetlere başladı.
Türk kadını, 1926 yılında, spora doğrudan dâhil olurken dünya kadını olimpiyatlara ancak 1928 yılında kabul edildi.
1928 Amsterdam IX. Olimpiyat Oyunlarında Türkiye Cumhuriyeti henüz beş yaşını doldurmamıştı. Tamamı erkek 40 sporcu ile katılım sağlandı. Bir dördüncülük, bir altıncılık, iki yedincilik, bir sekizincilik alınabildi.
Atatürk, 1930’lu yıllarda Kumkapı’daki Güneş Kulübüne ziyarete gittiğinde minderde sıralanan ve heyecanla bekleyen güreşçilerin önünde, maiyetindekilere güreşçileri gösterip onlara karşı: “Cephede en iyi görev yapacak insanların başında gelir bunlar.” der. Bunun üzerine hanımlardan biri, “Paşam! Diğer sporlar da faydalı olabilirler!” cevabını verince, düşüncesini biraz daha açar. “Yarın cephede, bir an gelir merminin bittiğini, cephanenin tükendiğini ve süngünün de iş göremez hale geldiğini, sonunda ise göğüs göğüse mücadeleye gelindiğinde ise işin pehlivanlığa düştüğünü söyleyebilirim.” diyerek, ceketini çıkararak mindere adım atar ve kendi kilosuna uygun bir güreşçiyle güreş tutar.
1931’de New York’tan hareket eden Amerikalı havacılar, bir rekora imza atarak okyanusu geçip İstanbul’a indi. Bu rekorun masraflarını karşılayan Atatürk, Türkiye spor tarihinin ilk sponsoru oldu.
1932 yılında Atatürk’ün talimatıyla kurulmakta olan halkevlerinin, yapması gereken çalışmalar arasına spor da eklendi. Böylece daha o yıllarda sporu kitle hareketinin de ötesinde bir “ulusal hareket” olarak uygulamaya geçirmiştir.
1932 yılı X. Modern Olimpiyat Oyunlarının organizasyonunu Amerika Birleşik Devletleri üstlenmişti. Organize edecek kent ise “Melekler Şehri” diye tanınan Los Angeles idi. Türk sporu dört yıl önceki Amsterdam Olimpiyat Oyunları’ndan 1932’ye büyük gelişmeler kaydetmişti. Türk sporcuları bu Olimpiyatta bir varlık gösterebilirlerdi. Ancak yol uzak ve yolculuk son derece masraflıydı. Tamamen özerk bir kuruluş olan, Türk sporunu yöneten örgüt Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı da, bu konuda en büyük otorite olan Olimpiyat Komitesi de bu masrafı karşılayabilecek parasal güce sahip değildi. Henüz 9 yaşındaki Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti de ülke çapında girişilen büyük yatırımlar nedeniyle bu büyük gideri karşılayamayacaktı. Üstelik 1929’da görülen dünya ekonomik krizi bütün ülkelerde bütçelerini alt üst etmişti. Sonuç olarak Türkiye, sporcularını 1932 Los Angeles Olimpiyat Oyunları’na gönderemedi.
1936 Berlin XI. Yaz Olimpiyatları Oyunları madalya kazandığımız ve üstelik kadın sporcularımızın da katıldığı ilk oyunlar oldu. Futbol, basketbol, güreş, binicilik, bisiklet, eskrim, yelken dallarında 60 sporcu ile katıldık.
Türkiye ilk olimpiyat madalyasını (bronz) serbest güreşte 79 kg’da mücadele eden Mersinli Ahmet (:Kireççi) ile kazandı. 61 kiloda grekoromen stilde Yaşar Erkan’a sıra geldi. Güreşçimiz ilk rakibi Danimarkalı, ardından Japon ve İtalyan rakiplerini kündeleriyle tuşladı. Güreşçilerimizin kündeleri bir anda ünlenmişti. Dördüncü turda Letonyalıyı yenerek finale yükseldi. Finalde Finli güreşçiye sayı ile yenilmesine rağmen daha fazla puanı olduğu için olimpiyat şampiyonluğuna ulaştı. Bu, Türkiye’nin Olimpiyatlarda ilk altın madalyası idi.
1911, Erzincan Refahiye doğumlu olan ve güreşe İstanbul Kumkapı Güreş Kulübü’nde başlayan Yaşar
Erkan, anılarını yazdığı kitabında altın madalyanın coşkusunu şöyle anlatır: “Şampiyonluk kürsüsünde şanlı bayrağımız şeref direğine çekilirken kendimi tutamadım, gözlerimden yaşlar sel gibi aktı. Yüz yirmi bin kişinin ve Hitler’in önünde bayrağımızı şeref direğine çektirmek ve ayakta güzel marşımızı dinletmek zevklerin en güzeli ve en büyüğüydü…”
Yaşar Erkan’ın bu duyguları yaşadığı saatlerde Türkiye’de bir memur da Berlin’e mors alfabesi ile tıkır tıkır bir telgraf çekmektedir: “Kendin küçüksün ama memleket için önemli bir iş yaptın. Artık adın Türk spor tarihine geçti. Çok yaşa Yaşar!” Telgrafın sonundaki “Mustafa Kemal Atatürk” imzasının, kendisini gözyaşlarına boğduğunu ve bu satırları tekrar tekrar okuduğunu da ekler şampiyon…
Olimpiyat dönüşünde İstanbul halkı sporcularını büyük sevgi ve coşkuyla bağrına bastı ve kısa zamanda olimpiyat şampiyonu güreşçiye oturduğu semtte bir daire hediye ettiler.
“Benim en çok sevdiğim spor, güreştir.” diyen Ulu Önder Atatürk tarafından Çankaya’da kabul edilerek kendisine iki gümüş vazo armağan edildi; ikram ve iltifatlara mazhar oldu.
Olimpiyattaki müsabakalar hakkında Yaşar Erkan’dan izahat aldıktan sonra şerefine Güreş Kulübünde bir balo tertiplenmesini ve yaverleri Bolu Milletvekili Cevat Abbas Gürer vasıtasıyla altı oklu bir altın madalya ile taltif edilmesini buyurmuştur. Çaresiz anlamına gelen “Naçar soyadı”, yine onun tarafından “Erkan” olarak değiştirilmiştir.
1936 Berlin Olimpiyat Oyunları, Türk spor tarihinde ve Türk olimpizminde gerçekten bir altın dönemin başlangıcıdır. Olimpiyat oyunları tarihinde Türk sporcuları ilk kez Berlin’de şeref kürsüsüne çıkmış, Türk bayrakları ilk kez bu olimpiyatta şeref direklerinde dalgalanmış, İstiklal Marşımız ilk kez bu Olimpiyatta çalınmış, ilk altın madalyamız, 1936 Berlin’de alınmış ve Türk kızları ilk kez bu olimpiyatta ay yıldızımızı temsil etmiştir.
TBMM’nin 20 Haziran 1938 tarihinde 3466 sayılı kararı ile 19 Mayıs’ın “Gençlik ve Spor Bayramı” olarak kabul edilmesini sağlamıştır. Atatürk, Türk ulusunun askerlikten spora, güzel sanatlardan bilime kadar her konuda yeteneğine güvenir, üstelik dünya milletlerinin önüne geçmeye de muktedir olduğuna inanırdı. Vatan kurtaran Yüce Önder’in spor ve güreşle ilgisi hiç boşuna değildi. Güreşimizde Türk’ün gücünü biliyor, bir gün büyük zaferlere imza atılacağından şüphe duymuyordu. Atatürk, içinde beslediği engin güreş sevgisinin meyvelerini tam göremeden hayata gözlerini yummuştur.
Atatürk’ün direktifleriyle hazırlanan ve bugün de Türk Spor Örgütü’nün temelini oluşturan 3530 sayılı “Beden Terbiyesi Kanunu” 29 Haziran 1938’de kabul edilmiştir. Beden Terbiyesi Kanunu: “Yurttaşın fizik ve moral kabiliyetlerinin ulusal ve inkılâpçı amaçlara göre gelişimini sağlayan oyun, jimnastik ve spor faaliyetlerini sevk ve idare etmek maksadıyla başvekâlete bağlı ve hükmî şahsiyeti haiz bir Beden Terbiyesi Genel Direktörlüğü kurulmuştur.
Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü’nün görevi: “Vatandaşların beden ve ruh sağlığıyla bedensel ve ruhsal yeteneklerinin gelişimini jimnastik, spor ve oyun çalışmalarıyla sağlamak, vatan sevgilerini arkadaşlık ve disiplin duygularını, spor sevgilerini ve spor yapma alışkanlıklarını geliştirmek, onları kötü alışkanlıklardan korumaktır.”
Ama o, 1936 Berlin Olimpiyatları’nda Yaşar Erkan’ın altın madalya ile Mersinli Ahmet Kireçci’nin bronz madalyasını yeterli görmemiş, özellikle serbest güreşte bol bol dünya ve olimpiyat şampiyonları çıkarabileceğimizi müjdelemişti. Fakat 1940 ve 1944 yıllarındaki olimpiyatlar II. Dünya Savaşı nedeniyle yapılamadı.
I. Dünya Savaşı sonrasının ilk olimpiyatı: 1948 Londra’da idi. Savaş yıllarında uğradığı sürekli ağır bombardımanların meydana getirdiği çöküşün, yıkımın izlerini taşıyan İngiltere’nin başkenti Londra’da 59 ülkeden gelen 4099 sporcu toplanmıştı. Bunların arasında 67 de Türk sporcu bulunuyordu.
O yüzden 1948 Londra, Türk olimpizminde önemli bir “doruk” tur. Aradan geçen upuzun yıllara rağmen, o günleri göremeyenlerin, yaşamayanların bile belleklerinde görkemli bir yer edinmiştir. Bu olimpiyatta Londra’nın ünlü Wembley Stadı’nda yapılan madalya törenlerinde 100 bin seyirci, 6 kez millî marşımızı dinlemiş, şeref kürsüsüne çıkan 12 Türk sporcusunu alkışlamıştı. Güreşte 6 altın, 4 gümüş, 1 bronz olmak üzere 11 madalya ve atletizm üç adım atlamada 1 bronz olmak üzere 12 madalyaya ulaşmıştı.
Güreşler sırasında Yaşar Doğu, Celal Atik ve Gazanfer Bilge’nin üç minderde, göz göze gelerek aynı anda rakiplerinin sırtlarını mindere yapıştırmaları salonda büyük tezahürata yol açıyordu.
Yine atletizm yarışmalarında ilk kez bir Türk kızının çivili ayakkabıları olimpiyat kulvarlarında iz bırakmıştı. İşte 1948, Londra Olimpiyatları Atatürk’ün, kurduğu Cumhuriyetinden de önce düşlediği Cumhuriyetin bekçilerinin sağlıklı, zinde ve sportif olması adeta 1948 Londra Olimpiyatlarında şahlanarak hayat bulmuştur. Sonraki olimpiyatlar Atatürk’ün attığı bilime dayalı ve bulunup getirtilen uzmanlarla hep başarıya doğru yolculuklar yapmaya devam etmiştir.
Türk ulusunun kurtarıcısı Büyük Atatürk’ün ölümünden sonra Fransızların ünlü günlük spor gazetesi L’Auto’da yayımlanan makalede, Atatürk’ün spora verdiği önem şöyle anlatılıyordu: “Dünyada ilk kez beden eğitimini zorunlu kılan devlet adamı o oldu. Yalnızca kâğıt üzerinde, nutuklarda değil, uygulayarak yerine getirdi. Stadyumlar ve çeşitli spor merkezleri kurdurdu. Halkevlerinin spor kollarını şahsen denetledi. Ulusun geleceğine yön verdiği günden itibaren Türkiye’de spor gittikçe artan bir önem ve değer kazandı.
Atatürk’ün sporculara takdir ve teşvikleri yanında onları sürekli izleyerek cesaretlendirmeleri çeşitli kaynaklarda geniş bahislere konu olmuştur. Bunlardan birisi de Kurtdereli Mehmet Pehlivan ile diyalogudur. Bu tür yazılarımıza ilerleyen günlerde yer vereceğiz.